Hüseyin Yılmaz
Gül Kokulu Bir Hayatın İzinde Abdullah Dehlevî Hazretleri
Hayatın hengâmesinde bazen bir duruş, bir söz, bir nefes bize yön verir. Kimileri yaşarken de vefat ettikten sonra da gönüllerde gül bırakır. İşte Abdullah Dehlevî Hazretleri, böyle bir insandı. Sessizdi ama sesi kalplerde yankı bulurdu. Allah ona rahmet eylesin.
Onun hayatı, sadece bir ömür değil; bir ahlak, bir edep, bir irfan yolculuğuydu. “Ey insan,” derdi, “boğazından geçen lokmanın helal olmasına dikkat et.” Çünkü bilirdi ki helal lokma, ruhu arındırır, kalbi nurlandırır. Bu hassasiyet, onun her anına sinmişti.
Gecelerini zikirle, ibadetle geçirirdi. Peygamber Efendimizin “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” hadisini hayatına nakşetmişti. Ömrü boyunca dizüstü oturarak, edeple yaşadı; vefatı da aynı hal üzere, dizüstü otururken nasip oldu. Bu, onun edep üzere yaşadığına dair en güzel şahitlikti.
Cömertti; ama infak ederken gizliliğe titizlikle riayet ederdi. Salihlere yemek yedirmeyi sever, bunu sevdiklerinin ve hocalarının ruhuna hediye kılardı. Çünkü o bilirdi ki bizi var eden, diğergamlığımızdır.
Geceleri uzun uzun dua ederdi kardeşleri için, Ümmet-i Muhammed için. “Yol varsa budur,” derdi, “bilmiyorum başka yol.” Onun dünyasında gıybet, basit bir hata değil; kalbi öldüren bir zehirdi. “Bize düşen,” derdi, “gıybet yapana engel olmaktır.”
İnsanız, şaşarız; beşeriz, hata ederiz. Fakat Abdullah Dehlevî Hazretleri bize insanın güzelliğini ayıpları örtmekte gösterirdi. “Karşımızdakinin hatasını görmezden gelmek, ayıbını örtmek ne güzel duygudur,” derdi. Rabbim bize, evlatlarımıza ve sevdiklerimize bu zarafeti nasip etsin.
Zarifti, temizdi. Girdiği mecliste gül kokardı. Ama her şeyin üzerinde tevazu vardı onda. “Ben kimim ki Ya Rabbi,” der, başını eğer, zikrini artırırdı. Zikir onun nefesi, tevazu onun haliydi.
“Cihan bağına gül toplamak için geldik ama diken hamallığı yapıyoruz,” diyerek dünya meşgalesini bir cümlede özetlerdi. Çünkü o, Hazreti İnsan’a yolculuğun gayretindeydi. “İnna lillahi,” derdi, “biz ancak Allah’a aitiz.” Ölümü bir son değil, dönüş olarak görürdü.
Gıybetin kalbi öldürdüğünü, ibadetlerin sevabını yok ettiğini söyler; “Zahmetle ibadet edip sonra onu gıybetle yok etmek büyük bir akılsızlıktır,” derdi. Allah’ı isteyenlerin halini şöyle tarif ederdi:
“Gaflet ehlinden, günah işleyenlerden, kalbi katılaşmış arkadaşlardan uzak dur. Vaktini salih işlere ayır. Kalbine yönel, kalbinde Allah’a yönel. Az konuş, az uyu, az ye. Zamanın, özellikle gecenin kıymetini bil.”
İnsan ilişkilerinde de kalbi esas alırdı. “İnsanlarla tartışmaya girme,” derdi, “kalbi gaflete düşürür. Marifetullah istiyorsan, gönlünü koru.”
O, dünyadan ayrılırken de bir gül kokusu gibi gitti. “Ecel habercisi geldiğinde,” demişti, “dostun yolunda gülerek gitmek isterim bu diyardan.”
Ve arkasında şu nasihat kaldı:
“Daima Allah’ı zikrediniz. Hak dostlarına bağlı kalınız. Güzel ahlaklı olunuz. İnsanlarla iyi geçininiz. Din kardeşlerinizle birlik olunuz.”
Son sözü hepimizin kulağına küpe olmalı:
“Nefsinin arzularına tabi olan kişi, nasıl Allah’a kul olabilir?”
Abdullah Dehlevî Hazretleri, ezan sesini duyduğunda hangi işi yaparsa yapsın bırakın, camiye namaza koşun derdi. Çünkü o, cami merkezli bir hayatın insanıydı. Bizlere düşen; cami merkezli bir hayatı yaşamak, yeniden gül kokmak…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.