Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Umrân ve medeniyetin ilk nazariyecisi İbn-i Haldûn

İki güzel kelime olan medeniyet ve umrân kelimelerinin temel bir kavram olarak İslâmî toplum ve devlet nizamındaki önemine “Âmâ üstad Cemil Meriç’te medeniyet ve umrân” adlı yazımızda temas etmiştik. Bu yazıyla gayemiz umrân kelimesini yol açıcı bir kavram olarak ilk kullanan İbn-i Haldûn’un umrândan neyi kastettiğini ve umrânın ardından medeniyet kavramına yüklediği vazifeyi anlamaya çalışmak.

 

“Mukaddime” adlı kitabında insanî toplanma, dünyânın bayındırlığı mânasına gelen umrân kavramını devlet ve milletin bekâsının en temel düsturu olarak görür ve iki bölümde ele alır: Bedevî umrân, hadârî umrân.

 

Bedevîlik, badiye hayatıdır. Bedevilerin yaşadığı çöl hayatı ve göçebeliği köylülüğü ifade eder. Hadârî umrân ise şehir hayatı, yâni yerleşik hayat mânasına gelir. İnsanların toplu halde yaşama isteğini “medeniyet” kavramından çok umrânü’l-âlem”, “umrânü’l-beşer” tabirleriyle ifade eder. Ona göre beşerî umrân hem bedevî hem barbar toplulukları hem de medenî toplumları ifade eder.                                                                                        

 

Ona göre, Hz. Peygamberimizin hicretten sonra Yesrib’ i Medine yapması bütün müesseseleriyle İslâm şehir modelini oluşturmuş, gelişme devrinde İslâm devleti şehirler inşa ederek “temeddün” (medenîleşme) kabiliyetini isbat etmiş ve Müslümanlar tarafından hayata geçirilen bu şehirlerde İslâmî hayat, yâni umrân ortaya çıkmıştır.

 

İrfanın bulunduğu yer Doğu’ nun umrânıdır. Umrân kelimesi kültürü ve medeniyeti de kucaklayan daha ihata edici bir kelimedir. İslâm kadar köklü olup, tarihi ve insanı içinde barındırır. Kültürün ve medeniyetin gelişmesi için gerekli olan ilimler ancak büyük bir umrânın ve yüksek bir hararetin bulunduğu yerde gelişir.

 

Cemil Meriç’in ifadesiyle “Haldûn’un umrân kavramı, târihten tesadüfü kovan bir ihtilâldir (Bu Ülke). Çünkü Haldûn, umrân ilmini tesis etmiş, târihin karanlıklarını aydınlatmaya, mâziyi örten hurafe ve efsane bulutlarını dağıtmaya çalışmıştır.” (Umrandan Uygarlığa)

 

UMRÂNIN OLGUNLAŞMASI MEDENİYET…

 

Haldûn, umrân kelimesini kullansa da devletin ve toplumun varlığını anlatırken “medenî” kavramını ve “Temeddün”ü (medeniyet kurmak) İslâm’ın inşa ettiği şehir mânasında sıkça kullanır ve medenîliğin bedevîlerle değil, hadârîlerle yükseleceğini, İslâm’ın cihanşumül bir şehir medeniyeti olduğunu, ondan önce gelmiş olan medeniyetlerden üstünlüğünü anlatır. Medeniyet anlayışının iki kaynağı vardır: Fıkıh ve umrân ilmi. Umrân ilmi aklî ilimler olarak anlaşılabilir. Fıkıhtan kasıt ise temeddünün (medeniyet kurmanın) zeminidir. Nazariyesini derinleştirdikçe medenî, umrân ve içtima kelimelerini eş anlamda kullandığı da görülür. (Mukaddime cilt:2, s.504)

 

Hemen belirtelim ki Medine’nin İslâmlaşması ve bu yönde şehirleşmesinden mülhem olan medenî kelimesi henüz  “medeniyet” ifadesi olarak kullanılmamaktadır. “Medeniyet” lafzı Batı’ya karşı savunma içinde olan Tanzimat Dönemi münevveranı tarafından kullanılmıştır. Mukaddime” de “medenî kelimesine yüklediği mâna itibariyle medeniyet kelimesini bugünkü dil ve anlam karşılığı olarak çevirenlerin kullandığını dikkatli okuyucular bilirler. 

 

Ona göre, medenî hayat, umrânın en ileri noktasıdır. Umrân var olsa da bedevî özelliklerin ağır bastığı yerlerde ahalinin medenî hayat tarzından uzak oldukları görülür. (Mukaddime: cilt:2, s. 503) Bu ifadeden anlaşılıyor ki umrân bayındırlık, imar bir sistemin yayılmasıdır. İslâm hukuku ve hayatının ahlâk ve sosyal yönüyle hâkim olduğu şehir hayatı medenîliktir. Hâldun’un bu ölçüsüne göre her mede­niyet doğup gelişir, kendini yenilemediği zaman ortadan kalkar. Şehirlilerin mesuliyeti daha büyüktür. Çünkü medeniyetin çöküşü onların vazifelerini hakkıyla yapmaması, şehirde yaşamalarına rağmen şehirli değerlerini, yâni İslâm hukuk ve ahlâkını yavaş yavaş kaybetmeleri ile hızlanır. Bu fikirlerden anladığımız şudur: Umrânın olgunlaşması medeniyettir, yâni şehir…

 

Umrân ve medenilik arasında irtibatı daha açık ifadeyle şöyle: “İnsanın daima çalışarak yöneldiği hedef, mütemeddin (medenî) bir hayatın ve kültürün meydana getirilmesidir” diyerek umrânın olgunlaşmasının şehirde tamamlanacağını, Bedevîlerin saflıklarını daha çok koruduklarını, şehirlilerin zamanla yozlaşabildiklerini, medeniyetin zirveye ulaşmasıyla birlikte zevâle uğrayacağını söyler. (a.g. e., s.477)

                                              

Hadârilik, umrân seviyesinin, yâni yerleşik hayatın, iktisadî ve hukuki bir hiyerarşi düzeni içinde ilimlerin, sanatların, mülkün ve iş bölümünün gelişmiş olduğu şehirleşmeyi ifade eder. Bazen yerleşik, medenî mânasına gelen umrân hazarî (yerleşik) ifadesini kullanır. Doğrudan İslâm şeriatından bahsetmese de umrânı “Nur ilmi” , “Umrân ilmi” gibi tariflerle fıkıhla ve hikmetle bağ kurar.

         

Anlayabildiğim kadarıyla Haldûn, dünya mânasına gelen“ Mülk” kavramının ardından umrân ve hadâri kavramını sıkça kullanır. Çünkü “Mülk” umrânın en temel safhalarından biridir ki mülkün umrân sayesinde insanlara faydalı hâle geleceğini söyler.

 

UMRÂN İSLÂM MEDENİYET TASAVVURUNU KARŞILAR MI?

 

Mülkün umrânlaşması sadece maddî ve teknik imkânlar olarak değil, Allah’ın dinine bağlı ölçülerle kemâlatını bulan bir dünyâ düzeni mânasında anlaşılmalıdır. Haldûn, “medenî” kelimesini “ictimaî hayat yaşamak” mânasında kullanır. İçtimai hayat yaşayan insanların zaruretler ve ihtiyaçlar gereğince yaptığı faaliyetlerin umumi adını umrânla ifade eder.

 

UMRÂN BAYINDIRLIK MIDIR?

 

Umrânı, iktisadî düzen, şehirlerin yapısı ve bayındırlık gibi yorumlayarak Batı düşüncesinde yer alan determinizme yakın anlayış olarak târif edenler var. Lütfi Bergen “Az Gelişmişlik Üstünlüktür” kitabında, “Medeniyet umrân değildir, hadâret de değildir. Müslümanlar umrânı arasaydılar, Mekke’de İslâm mücadelesi devam edecek, Medine’ye hicret etmeyeceklerdi. Mekke’de bireysel Müslümanlıklar ve umrân; Medine’de toplumsal Müslümanlık ve adalet yani medeniyet vardı. Medeniyet yeryüzünü imar eden bir toplumun işi değil, yeryüzüne fıkıhla çıkmış bir toplumu ifade etmektedir” diyor.   

 

“UMRÂNIN TEMEL KAYNAĞI ASR-I SAADETTİR”                                                                              

 

Mustafa Armağan’a göre Haldûn’un umrân fikrinde tarihî bir bağ ve sıralama vardır. Ancak pozitivistlerin anladığı bir determinist (sebepçilik) ve ilerlemeci anlayışa bağlı değildir. Aksine hâdiseler arasında Batı’nın anladığı şekilde sosyolojik tekâmül değil, dinî anlayışın tekâmülünün bulunduğunu söyler. Umrânda esas olan maddî ve toplum bilgisinin ilâhî olana doğru gelişmesidir. Çünkü Haldûn, umrânın merkezine mükemmel insan olarak Hz. Peygamberimizi koyar. Umrânın temel kaynağı asr-ı saadet’tir. Müslüman hangi zamanda olursa olsun fıtrat yönünden vasıfları ve kabiliyetleri, yükseliş ve düşüşü Allah’ın iradesi içinde fıtrata olan yakınlık ve uzaklığına göre değişir.   (Mustafa Armağan, “Kanun” Kavramının Semantik Değişimi, Bilgi ve Hikmet, s. 12, 1995)                                                             

                          

Umrân kavramı bugün Müslümanların yeniden inşa etmek istedikleri medeniyet tasavvurlarına yardımcı olur mu olmaz mı? Bu, ehlinin tahliline muhtaçtır. Meramımız İslâm medeniyet tasavvurunda fikir tâlimidir ki bu yola ait her türlü kavram ve tesbiti anlamak. Umrân da desek medeniyet de desek, hattâ onun tesbitlerini “ilerlemeci” bulsalar da bugün yaşadığımız modern yozlaşma karşısında Haldûn’un fikirlerine muhtacız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.