Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Türk aydınının günahkârlığın şehri Paris’le âşıkdaşlığı

Hazret-i Peygamber Efendimiz’e hakaret eden zındık Fransız dergisi Charlie Hebdo’ya ve günahkârlığın ve inançsızlığın ülkesi Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İslâm’a hakareti, Fransa hayranı aydınların iki yüzyıllık zavallılığını aklımıza düşürdü.

Kimliğini, yâni milletini küçümseyen Türk aydını Paris’le fikren nikâhlıdır ve aralarında zımnî bir anlaşma vardır. Bütün haramların işlendiği diyâr-ı küfrün en aldatıcı, en günahkâr şehri Paris, Tanzimat’dan günümüze kadar Türk müstağriblerini ve intelijansiyasını baştan çıkaran ve her geleni koynuna alan bir fâhişedir. Bâbıâli’yi “Bâbıâdi” yapan, “Çağdaşlaşmak” isteyen Türk aydınının rüyasına giren bir batakhânedir Paris. Edebiyattan düşünceye, ideolojiden felsefeye bütün kötülükler, günahlar ve inançsızlık Paris’ten akıp gelmiştir. Parisli mürebbiyelerin elinde yetişmiş İstanbul soyluların ve paşazâdelerin torunları birer mösyö, birer matmazel gibi yaşadılar.                               

NAMUSSUZ, SÖMÜRGECİ VE İSLÂM DÜŞMANI PARİS

Paris yahut Fransa İslâm düşmanlığının, kötülüğün ve edepsizliğin merkezidir. Teröristlerin hâmisi, sömürgeciliğin ve katliamcılığın elebaşlarındandır. İslâm medeniyetini “irtica” sayan “bilim insanı” için insanlığa ışık saçan (!) inançsız ve pozitivist akademinin ilk karargâhıdır Paris. Muazzez Türk ülkesinden nefret ederek kaçan Türk Prometelerin, Kemalistlerin, liberallerin, laikçilerin, deistlerin ve cümle vatan hainlerinin sığınağıdır.                                          

Âmâ üstad Cemil Meriç, “Paris, okuduğum romanların en tatsızı, en namussuzu, en kahpesi” diyordu. Onun ifadesiyle “imandan şüpheye, şüpheden inkâra, inkârdan maddeciliğe” istihâle edenlerin iltica ettiği habis bir şehirdir. Peşinen söyleyelim; Cemil Meriç, Paris rüyasından ve tesirinden genç yaşında irkilerek uyanan ve “Osmanlı Türk medeniyeti muazzez medeniyettir” diyerek Yahya Kemâl gibi tez zamanda “eve dönen” haysiyetli bir aydındır.                                                                                                                                                                                                                                                                       

MİLLETİNDEN UTANAN AYDINLARIN PARİS’LE MUÂŞAKASI   

Milletinden utanan zavallı Türk aydını Paris’le muâşaka, yani âşıkdaşlık etmekten pek haz duyar ve “Paris Musahabeleri” ne bayılır. Paris’in yalanlarını ve inkârlarını “ilmin ve edebiyatın son sözü” olarak kabul eder. Montaigne’yi ve Balzac’ı okumayanı Paris yârânı saymaz. Montespuieu’nun “Kanunların Ruhu” nu modern Türkiye’yi kurtaracak bir din kitabı olarak okur. Hazreti insan, aşk ve Allah üzerine inşa edilmiş bin yıllık edebî geleneğine sırtını dönüp Sartre’nin inançsız “Bunaltı” sını okuyan kafası karışık şairlerimizin ve J.J.Rousseau’nun semavî dinlerden uzak ahlâk, ferdiyetçilik ve eşitsizliğin kökeni anlayışını ders olarak okutan üniversite ve felsefeci allâmemizin mabedidir Paris. Mesnevi’yi, Safahat’ı bilmeyen nesiller için Hugo’nun “Sefiller” ini ve Allah’tan arındırılmış natüralist gerçekçiliği din hâline getiren Zola’yı okumak bir ayrıcalıktır. “İçtimaî Mukavele” ve “Fransız İhtilâli ve Devrimleri” ilerici ve laikçi Türk aydınının yüz elli yıldır Türkiye’yi kurtarıcı sosyal ve siyasî bir doktrin kitaplarıdır.                                                                       

KOMPLEKSLİ AYDIN “BEN PARİS’TEYKEN…” DİYE SÖZE BAŞLAR                                                                              

Kompleksli Türk aydını “Ben Paris’teyken...” diye söze başlar. “Fransızca İstanbul gazetesinin âteşîn yazılarını” hayranlıkla okurlar. Dininden ve kimliğinden kopan Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet aydını Paris’ten bir felsefeciyi, bir edebiyatçıyı kendine üstad edinmiştir. Bin yıllık İslâmlaşmış Türk kimliğini redd-i miras eden Batıcı aydınlar için Paris seküler hakikatlerin, izm’lerin ve İslâm düşmanı olan bütün düşüncelerin membaı olan karanlık bir mağaradır… Fransız evrimci ve terakkici medeniyet anlayışını tercüme eden Münif Paşa ile Ali Suvai ve Fransız pozitivizmini Türkiye’ye taşıyan Jöntürklerin duayeni Ahmet Rıza ruhunu Paris’e satanlardandır. Fransız pozitivizminin ateşli savunucusu Tanzimat aydınlarından materyalist Beşir Fuat ve Fransız edebiyat tarihçisi Taine’nin dinden arındırılmış pozitivist felsefesini Müslüman Türk ülkesine sokan Servet-i Fünun Edebiyatı’nın mensubu Ahmet Şuayb Paris’e tapan iki mustağribtir… Tanzimat aydınlarından İbrahim Şinasi, Fransız edebiyatını ve düşüncesini Türkiye’ye ithal eden Paris muhibbilerinin ağır toplarından ve Fransız kültürünün üstünlüğü savunanların elebaşlarındandır. İslâm ve Osmanlı Türk düşmanı Ernest Renan’la Paris’te dostluk kurmuş ve tesirler almıştır.                                                                                                 

“PARİS’E GİT HEY EFENDİ AKL Ü FİKRİN VAR İSE”

Batılı seküler sanat düşkünü Türk aydınları ve mütegallibe beyaz Türklerin baş tacı ettiği oryantalist ressam Osman Hamdi Bey ifrat derecesinde Paris sevdalısıdır. Hukuk yerine Güzel Sanatlarda okur ve aşk derecesinde oryantalist resimler yapmayı Paris’te öğrenir. Medrese eğitimi almış ve fen ilimleri öğrenmek için Paris’e giden Tanzimat aydınlarından Hoca Tahsin Efendi “Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” diyerek ruhunu bir müddet Paris’e kaptıran ölünceye kadar “Mösyö Tahsin” diye alay konusu olan şaşkın bir Tanzimat aydınıdır.  (7 Ekim 2010 Dünyabizim).

“Türk İstanbul” yazısında ve “Artık bu diyar dünya durdukça Türk kalacaktır” diyen ve “Müslüman Üsküdar” diye mısralar yazan Yahya Kemâl “Paris gezegenin akropolisidir. Medeniyetin merkezi olarak aydınlık ve yüce Paris…” ve “Memleketi zindan, Avrupa’yı nurlu bir âlem gibi görüyordum” demişti. (Yahya Kemal, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, s. 74)

Mehmet Rauf, Halit Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi Servet-i Fünun aydınlarının ekseriyeti Paris’e âşıktırlar, Parisperesttirler. Fransız pozitivizmine karşı yine Fransız Filozof Henri Bergson’un, İslâm tevhidine uymayan sezgici metafizik anlayışını Türkiye’ye taşıyan Mustafa Şekip Tunç’un düşünme ameliyesinde Paris’ten tesirler var.  “Milliyetçi” bildiğimiz Peyami Safa bile Fransız felsefeci Allan Kardac’ın spiritüalist, İslâm dışı ruhçu ve mâneviyatçılık felsefesinden maalesef tesirler almıştır.

Türkçesine itimat ettiğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar zihin olarak âraf’ta bir aydındır, çünkü Fransız filozof Bergson’un fikirleri onun şiirlerinde hissedilir derecede tesirlidir. “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında…” mısralarındaki düşünceler Bergson’nun zaman ve mekân anlayışından mülhemdir. Tanpınar’ın â’raf’ta kılan Paris’tir. Sadece bir mektubundan anlaşılan Paris sevdası esasında ölünceye geçmemiştir. Prof. Dr. Zeynep Kerman’ın hazırladığı “Tanpınar’ın Mektupları” ndan okuyalım: “Paris’teyim, anladın mı kardeşim, Paris’te. Ve pusulasız, direksiz bir gemi gibi dolaşıyorum. (…) Bütün genç ressamları Paris’e teşvik et Allah aşkına. (…) Kadın elbiselerinin zarafeti, şapkalar… Camekana şöyle atılmış elbiseyi al kaç, ilk rastladığın nikah memurluğunda evlen. Kadını ne yapacaksın, her şey olduğu yerden, zarif, güzel, emsalsiz… Ben Paris’im! diye haykırıyor.”

SAĞCI, SOLCU VE GARPÇI AYDINLAR PARİSSEVERDİRLER

Solcusu, sosyalisti, yâni kafası karışık ne kadar aydın varsa Paris’i birkaç kez tavaf etmiştir… Edebî ve felsefî hava koklamak için Paris’e giden felsefecilerin, şairlerin Paris hâtıraları aşağılık duygularla doludur. Türk sağı ile Türk solunun edebiyatta ve fikirde baş tâcı ettiği Garpçı aydınlar hep Parisseverdirler. Fransız liberal Hıristiyan İlahiyatçı filozofu, şedit bir İslâm düşmanı ve “Doğu Hıristiyanlarını kurtarmanın tek yolu Osmanlı Devleti’nden en iyi yerleri koparmak…” diyen Ernest Renan’dan tesirler alan ve onun görüşlerini seküler Türkçülük şemasına uyarlamaya çalışan Ahmet Ağaoğlu ile “Irkın (Türklüğün) İslâm’ın yardımı olmaksızın kendi kendini tanımlayan bir kimlik olmasını, dinlerin cemiyet işlerini düzenleyici olmaktan vazgeçmesini” teklif eden Yusuf Akçura (Üç Tarz-ı Siyaset, s. 131) zihin ve fikir kaynakları maalesef Paris olan eklektik aydınlardır. Müslüman kimliğini hor gören Tevfik Fikret, Rıza Tevfik, Abdullah Cevdet ve benzeri Batıcı-agnostik aydınların fikir kapısıdır Paris.

Edebiyat mekteplerimizde okutulan ve güzel Türkçesine hayran olduğumuz Ahmet Haşim, Paris’e hayranlığını gizleyemez. Paris için “Birçok memleketlerden bu şehre tahsillerini yapmak üzere gönderilen gençler tam bir hazırlık, müthiş bir iyi niyet ve hiçbir şeytanî baştan çıkma ile erimeyecek bir iç kuvvetle mücehhez değillerse ruhlarını ve etlerini bu cehennemî çarkın dişlerine kolayca kaptırırlar” diyor. Fakat Paris’in inançları sarsılmış, şuuraltının birikintilerini kelimelere döküp bir nevi tatmin ayini yapan sürrealist ve geleneğe karşı çıkan dadaist şiir akımını sitayişle tasvir ettikten sonra, kendi şiirinin kaynağı olan sembolistleri övmeden geçemez.

Dahası “Paris Kadını” nı hem acıyarak hem överek târif eder: “Gerçekten de düşen Fransız kadını yalnız safdil ve talihsiz olanların sınıfındandır. Fakat bunların ruhu, kirli etleri içinde ışığı sönmeyen bir mücevher gibidir. Fransız kadını ruhunu vücudundan ayırmayı biliyor. Bu büyük bir hüner ve kâfi bir fazilettir.” Ne diyelim; zavallı Haşim â’rafı tercih etmiş. (Ahmet Haşim, Bize Göre)

Uzun uzun anlatmaya gerek olmayan Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk, Fransa’ya biat etmiş birer Paris yanaşmasıdır. Paris hayranı çoğu deist ve agnostik olan zıpçıktı şairleri saymaya gerek var mı? İşte iki örnek: Moskova hayranı komünist Nâzım Hikmet bile Paris sevdalısıdır: “Henüz vakit varken, gülüm / Paris yanıp yıkılmadan / henüz vakit varken, gülüm…/ Parisliler, Parisliler / Paris yanıp yıkılmasın…”  

Agnostik inançlı sözde Türk şairi Ataol Behramoğlu Paris’de ölmek istiyor:

“Paristi, geceydi, gençtim / Koyu simsiyah akıyordu Seine / Sarhoştum, ıslaktım, esriktim /Aşktan, şiirden, kederden / Paristi, binbir surat Paris /Bir zaman benimde sevgilim olan / Kanatır gibi bir akşamüstü / Öpünce eylül dudaklarımdan / Paristi, hüzünlerden hüzün beğen / Orada ölmek istiyordum / Yazılmamış şiirlerimi…”

Hülâsa-ı kelâm; Paris ya da Fransa iki asırdır münevverandan siyasetçiye, kalem ehlinden askeriye sınıfına kadar birçok insanımızı ifsad etmiştir. Laisist-diktatör Türk generalleri de en çok Fransız Jakobenlerine özenmişlerdir. Jöntürklerden bu yana darbeci Türk generalleri ve aydınları vesayet rejiminde en fazla Fransız Jakobenizminin kanlı diktatörlerinden Robespierre ve Danton rolünü oynamışlardır. Fransa’nın bu kadar ifsadından sonra, Hoca Tahsin Efendi gibi

“Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise / âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” diyenler çıkacak mıdır?([email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.