Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Herkes İsmail olmalı

Herkes İsmail olmalı bugün. Her çocuk İsmail karakteriyle büyümeli. Kalpsiz ve kirli dünyayı İsmail’den nesiller arındırmalı bir daha.

 

Hızır’ın getirdiği kırk derde deva ilâç gibi, İsmail üstüne yazılanları okur, yüreğimde saklarım hep. Vakti saati geldi mi, İsmail üstüne kelimelerle gönül tâlimi yaparım.

 

Hazret-i İsmail kıssalarından ulvî dâvası olan günümüz İsmail’lerine kadar yazılan her yazıdan kâm almak ve bu damardan beslenmektir muradım?

 

Nerede ulvî düşüncelerinden dolayı ezilmiş, inançlı güzel bir insan görsem, nerede mazlum ve mazrur birine rastlasam, İsmail ismiyle karşılık bulur, din ü milletimin horlanmışlığını hatırlarım.                                                                                                                                   

 

İsmail üstüne yaparım fikir ve gönül tâlimlerimi. Mukaddes fikirlerden oluşmuş cehdiyle fedakârlığın sembolü olarak idrak ederim İsmail ismini. Yürek gücümün kaynağı ve ulu bir dâvadır yüreğimde İsmail.

 

Şair Ragıp Karcı’nın mukaddes aşkların sıtmasına yakalanmış İsmail üstüne mısralarıyla âh çeker, maveraî hüzünlere gark’olurum:

 

“Kurşun işlemez bir yalnızlıktır yakasındaki İsmail’in / Dokunsan eriyecek gibi durması bundan olsa gerektir / Bak bu yanımda duran İsmail / Bu yanan eller benim ellerim / İsmail bu demler kendini saatlere sığdıramaz / Zaman dayanmak zamanıdır / İsmail sabahlara bir hatt-ı üstüvâdır çekilir / Elinde isyan tıkırtıları / Bir çay içmek istemesin şimdi canı / Bir kızıl kıyamet bardağına dökülür / Oysa İsmail’in elinde tuttuğu kıyamet / İçinde taşıdığı mahkûm / Çünkü İsmail’in sularında bir başka hayâlet / Sol yanı bir iri rüyâ / Sağ yanı bir âh / Ve sen ey İsmail ben burada bir başkasıyım / Nehirler gibi doğur sularını / Beni ıslat / Bana geldiğini söyle / Bir eli kuşlardadır İsmail’in / Bir eli sol böğründe / İsmail’in uyanıp geldiği yekpâre uykudan / Bir İsmail mi hülyâlarını kentin avuçlarına boşaltan / İşte İsmail bu yüzden / Kente sabahlara karşı dönüyor.” 

 

“BEN İSMAİL DOĞMUŞUM” DİYENLERİ ARIYORUM”

 

Böyle bir İsmail sevdasındandır ki, şair Kadir Turan gibi yüreğinden kopup gelen bir aşkla “Ben İsmail doğmuşum, bana İbrahim sensin” diyenleri arıyorum.

 

Hz. İbrahim’e itaat edecek, soğumuş imanımızı ateşleyecek ve ruhumuzu şahlandıracak İsmaillerin doğmasını bekliyorum.

----------------------------------

Ey azizan!

YOLDAKİ KALEMLER dergisindeBeyazdan Neş’et Rengârenk Kesret” adlı bir şiir okudum. Haddim değil ama söylemeden edemeyeceğim. Suat Kıyak hocanın yazdığı bu şiir “iyi yazı” vasıflarını taşıyor. Hem mevzu, hem mevzuu saran dil ve üslûp bakımından yeni ve benzeri daha önce yazılmayan bir şiir… Şiir sevdalılarına duyurulur:

 

“Beyaz olmalı insan / hem de lekesizinden, tertemiz... / Yedi rengin dışında olmalı / yani rengi olmamalı / yani renksiz... / Bilirsiniz; beyazın renk olmadığını da / renk tayfında yer almadığını da... / Görmekteyiz; renksizdir güneş ışığı / yani beyazdır, Mü'min gibi... / Yedi renk yeryüzüne düşene kadar / beyazın içindeydi, batın idi / dalga boylarından /  nesnelere göre ayrışdı... / Hangi madde / ışığın hangi dalga boyunu sevdi ise / o rengi üzerine giydi, zahir oldu... / Siyah olmamalı insan; ışıktan kaçmamalı / zulmete esir olmamalı / karanlıkta boğulmamalı... / Hani günah da siyahtır ya / semboller evreninde / Sevaplar da beyaz / Gride ise bulaşıktır siyah ile beyaz... / Hani vahdettir beyaz / cennettir yeşil / cehennemse ateş kırmızısı... / Günahkar siyah, münafık gri, Mü'min beyaz.. / Hani mavidir sema / turkuazdır derya / Renkten renge girer ya bulutlar / Taba rengini sever ya ‘Kâmil’ler / Onlarki Toprak gibiler.../ Sadece tevazuda değil tabii ki... / Bütün mahlukata ikramdadırlar / Yedirirler envai çeşidinden / İçirirler ab-ı hayat çeşmesinden / Aslında renk yoktur derler / Beynimizin / fotonların dalga boyunu ve frekansı algısıdır sadece... / Vahidiyetin / âdeta kesretteki görünüşüdür / renkler / Sıbgatullah ile boyanmalı insan / bütün renkleri havi de olsa / ayrışmasa yedi renge... / Görse de renkleri / aldanmasa zahire / renksizliğe sahip olsa, beyaz gibi... / Bak ve gör! / ‘Hayy’ sırrına hamil olan su / alır kabının rengini / Tıpkı ışık gibi / Su / renksizdir renksiz.../ Hani ne der, şair İbrahim Yurtören / Tahir Karagöz'ün Sofyan usülünde / bestelediği Rast makamındaki  ilahide:

‘ey oğul birdir, kap değişse su,

varlık bir gölge, benlik bir pusu,

ne diyelim ki rabbin duygusu,

sizde bir türlü, bizde bir türlü’

Aynı güneşin ışıkları altındayız biz / Rengarengiz... / ‘Sende bir türlü / Bende bir türlü’ azizim!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.