Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Söz Okyanusunda Yolculuk” etmek

Türk diline, İslâm’la medeniyet dili olmuş Türkçe’ye sevdalıysanız, Türkçenizin hâmisi olmak, Türkçe’yi en hâlis hâliyle konuşmak ve yazmak istiyorsanız, Türkçe kelimelerin târihini, kimliğini, kökünü, hâl tercümesini, geçirdiği safahatı, hikâyesini, gördüğü zulümleri ve başına gelenleri öğrenmek istiyorsanız, Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı D. Mehmet Doğan’ın Yazar Yayınları’ndan çıkan “Söz Okyanusunda Yolculuk” adlı kitabını mutlaka okuyunuz, derim.

 

Önce yazarını dinleyelim:

 

“İnsanın yolculuğu sözdedir; kelâmla, kelimelerdir. Sustuğu zaman bile sözü vardır insanın. Söz işaret eder, işaret de sözdür. Hâl ve hareketlerimiz, duruşumuz, yürüyüşümüz… söze dönüştürülür. Bizim yolculuğumuz sözlüklere ve sözlüklerle… Denizlerde seyrü sefer zordur, yorucudur, tehlikelerle doludur.

 

Kıyı sıra gitmek yetmez, enginlere açılmak gerekir. Türkçenin binlerce yıllık macerasına doğru yolculuktur bu. Dev dalgalarla boğuşmak, bazan girdaplardan kurtulmaya çabalamak, pusulasını kaybetmiş kelimelerle karşılaşmak… Korsan kelimelerle savaşmak… Köklere doğru giderken bugüne anlamlar devşirmek, kelimelerin okyanusunda adalar, kıt’alar keşfetmek…”

 

Anlaşılan o ki, yazarın yolculuğu uzun ve zorlu. Fakat bu meşakkatli yolculuğa gönüllü olarak çıkmış ve çıkarken Türkçe’ye inancından dolayı kavlini sağlam tutmuş, hazırlığını tam yapmış ve menzile varmış. Gayesi olan derin yolculuğunda Türkçe’nin yaşadığı her vadide durup kelimelerle tanış ve biliş olmuş, dimağına ve defterine kaydetmiş. 

 

Türkçe fakiri ve yoksunu lise ve üniversitelerde yardımcı ders kitabı olarak okutulmasını haiz ve bu vasfı hak etmiş olan kitap üç bölümde kırkbeş yazıyla yüzlerce kelimemizin aslını esasını ve başına gelenleri akıcı bir üslûpla ve hasbıhal havasında anlatıyor.

 

Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayıp günümüze kadar devam eden Türkçe’nin yozlaştırılmasından yüreği yananlar, sızı duyanlar için kitaptan bâzı kelimelerin mâcerasını hülâsa ederek nakletmek istiyorum:

 

“EV YAHUT VATAN!

 

Türkçenin en köklü, en sıcak kelimelerinden biri ev… Ev kelimesi etrafında oluşan bir dünyamız var. Oda, sofa, hayat, kiler, mutfak, avlu, eyvan, kaş, şahnişin, cumba, eşik, kapı, yüklük… Evimiz önce çadırdı, yani yurt. Ev yuvadır, âşiyandır, beyittir. Hânedir, meskendir. Son yıllarda mesken adlandırmalrımız değişmeye başladı. Ev, konak, köşk, saray. Önce ‘villa’ dilimize musallat oldu. Şimdi ‘rezidansçı” olduk. Beyaz evlerden kapkara rezidanslara… Evimiz  yurdumuz, vatanımız! Evimizi kaybediyoruz, vatan savunmasının evden başlayacağını unutmayalım.” (s.25-26)

 

“SİYASET MEYDANI

 

Günlük dilde kullanılma sıklığı yüksek kelimelerin başında siyaset gelir. Zaman zaman Latincesi tercih edilip politika dense de, siyaset hâlâ dilimizden düşmeyen kelimelerden. Teb’anın işlerini, devlet işlerini uygun şekilde yürütmek.  Siyasetgâh ‘mahall-i ceza’ olarak açıklanıyor. Yâni, ceza yeri.  ‘Siyaset meydanı’ bu durumda aynı anlama geliyor. ‘Siyset günleri’ de ceza, daha ötesi idam gümleri! Topkapı Sarayı’nı ziyaret edip de Bab-ı Hümayun’a yakın ‘Siyaset çeşmesi’ni görenler, artık suyu kesilmiş olan çeşmenin neler gördüğünü tahayyül edebilir! Siyaset kelimesinin seyislikle ilgisi var. Seyislik ‘at idaresi’ demek. Atı yönetmek, evvela ‘terbiye etmek’ demek. Bu yüzeden seyisin yaptığı iş düped üz siyasettir.  Bu yüzden eski sözlüklerde ‘siyaset’ kelimesinin karşısında ‘edeb’, ‘ilim’, ‘tâlim’ kelimelerini görmek şaşırtıcı olmaz. Hattâ Ahteri’de ‘nizam-ı âlem’ ve ‘edeb’ deniliyor. ‘Ceza, ukubet’  anlamı da kazanmış. Günlük hayatta siyasetin ‘kurnazlık, kurnazca hareket, beceriklilik’ anlamına kullanılmasına da alışkınız. Devletler arasındaki ilişkileri anlatacak şekilde de kullanılır. Bu durumda diplomasi ile eş anlamlıdır.  Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügati’nde siyaseti şöyle açıklıyor: Emir ve yasak suretiyle yönetme, insanları dünya ve âhirette kurtuluşa götüren doğruluğa yöneltme ve irşad, memleket idaresi, hükümet e ait işler…” (s.57-58-59)

 

“ÖDÜLLENDİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?”

 

Şimdi dilimizden düşmeyen bazı kelimelerin yakın zamana kadar günlük hayatta kullanılmadığını söylesek, örnek vermeden anlaşılmayabilir. İşte ‘ödül’ bu kabil kelimelerdendir.  Mehmed Âkif,  seferberlik yıllarında İstanbul köylerinin yokluk ve kıtlık hâlini anlatırken, pehlivan güreşlerinden de söz eder.  ‘Soluyup sümkürüyor sırtıma bir yaşlı keçi / (…) Sakalından çekerim, sonra karışmam… hadi git! / Nerde? Aldırmadı… Sordum, baş ödülmüş bu yiğit!’

‘Baş ödül’ün hastalıklı bir keçi olduğu günlerden geriye diderek köylünün refah içinde olduğu dönemi anlatırken de kelimeyi kullanır: ‘Çekilir derken ödüller: Sekiz on davar / İki baş manda, birer tay, dana, top top dokuma…’

 

Şiirde ‘ödül’ hasmını mağlup eden pehlivana verilen para veya sığır, koç, at vb. şeyler için kullanılmaktadır.  Âkif’in açıklaması da şöyledir: ‘Ödül’ güreşlerde, yarışlarda gâlip taraf verilen mükâfat. İmlâ-yı kadimi: Öndül.

 

Peyami Safa ‘mükâfat’ın bir takdir nişanesi olduğunu, borç olmadığını, ödemekle ilgisi bulunmadığını, mükâfata hak kazanmanın takdir demek  2mükâfat karşılığı kullanılmasının yanlış olduğunu, ‘aslı öğdül ve mâna farklı’ diye açıklar.

 

Kelimenin böyle bir geçmişi olmasına rağmen, Tuncer Gülensoy, ‘bu sözcük dil devrimi günlerinde uydurulmuştur’ diyor. (s.62-63-64)

 

“TERBİYESİZ EĞİTİM

 

‘Eğitim, yetişki.’ Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda ‘terbiye’nin karşısında bu iki kelime var. ‘Fransızcadan Türkçeye Küçük Kamûs-ı Fransevî’de  Terbiye, tahsil, tâlim, besleme, yetiştirme, edeb, , âdab-ı içtimaiyeye vukuf… kelimeleriyle verilir. Terbiyeyi ‘eğitici, eğitimli’ olarak açıklanırken, “eğitimsel’ karşılığı verilmiş. ‘Terbiyemizle ne kadar oynanıyor?’ sorusunu sormadan edemiyoruz.

 

Terbiye arapça bir kelime.  ‘Rab’le aynı kökten.  ‘Terbiye/ terbiyet’, ‘ beslemek ve ıslah etmek.’ Terbiye bizi Rabbe götürdü!  Allah esmasından sonra Rabb gelir ki, ‘hakkıyla terbiye edici’ demektir. Terbiye bir zamanlar bazı ‘eğitim’ sözlüklerinden çıkarılmıştı. ‘Eğitimi, görgü’ yazılı. Bunun yazan ne ‘eğitim’in mânasını biliyor, ne de görgüden ve terbiyeden haberdar! Terbiyeli eğitimsizler olduğu gibi, terbiyesiz eğitimliler de olabilir. Terbiyenin yeni dilde tam karşılığı yok demek ki! Ne terbiyeli eğitimli demek, ne de terbiyesiz eğitimsiz! Terbiyeli eğitimsizler olduğu gibi, terbiyesiz eğitimliler de olabilir. Nitekim var!

Bazı hadislerde geçen ‘edeb’in Türkçeye ‘terbiye’ şeklinde çevrildiğini de hatırlatalım. ‘Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.’ (Tirmizi) (s. 76-77-78)

 

“GİDEN PAŞAM, GELEN GENERALİM!”

 

Paşa, Osmanlı Devleti’nin başlangıcından beri kullanılan bir kelime. Dünya dillerinde en yaygın kelime: Paşa. Dünyanın tanıdığı ve halkın saygıyla andığı bir unvan… Millî Mücadele’nin büyük isimleri ölümlerine kadar ‘paşa’ olarak anıldılar. Kemal Paşa, Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Kâzım Paşa…  Çocukluk yıllarımızda İnkılâp kanununa aykırı olmasına rağmen İsmet Paşa’ya ‘ya ya ya şa şa şa, İsmet Paşa çok yaşa’ diye tezahürat yapıldığını hatırlayanlardanız. 

 

Kelime her şeyiyle bizim. Baloda paşa gitti general geldi! Aslı latince. Fransızcada general. Millet general kelimesini paşa kadar benimseyemedi.  Bugün hâlâ general unvanı olanlar halk tarafından paşa şeklinde anılıyor. Unvan sahiplerinin de bundan hoşnut olduğunun çok sayıda örneği bulunabilir. (s.99-100-101) 

 

“KAHVE YEMEN’DEN GELİR, YA ‘CAFE’?

 

Gitti kahve, geldi kafe! ((Kahvenin tarihi ve sosyal hayattaki yerini hayli keyifli bir üslûpla anlatan bu yazıyı kahve tiryakileri mutlaka okusun A. D. İlbey). (s. 127-128)

 

“MODERE ETMEK YAHUT MADARA OLMAK!

 

Moderatör ne demek? Bilen var mı? Bilmek şart değil, ortalığa uy, yerli yersiz kullan… Yakında ‘müdür’ yerine de ‘ moderatör’ diyeceğiz! (Müdüratör dersek de şaşmayın)  Madara ile modere arasında bir harf var, üç kere tekrarlanıyor! Madara etmek: Bir yanlışını bulup kötü duruma düşürmek. Madara olmak: Kötü duruma düşürülmek, rezil rüsva olmak. (s. 186-187)

 

Hülâsa-ı kelâm, “Ne zaman ‘yazar’ olduk”, “Bahçe nasıl park oldu”, “Medeniyet kelimesi ‘kentsel’le olmaz”, “Bizim yoğurdumuız ‘ak’tır”, “Yılbaşı Noeli”, “İnkılâp, ihtilâl, devrim… nâm-ı diğer darbe”, “Hâfızlar aptal olur mu?”, “Mağaza’nın ‘mahzen’inde magazinleşmek”,  “Alkışlar performansı”, “Mülteci ile muhacir arasına”, “Aşkın ızdırabı” gibi ziyadesiyle öğretici başlıklar altında neler yazıldığını merak edenler bu kitabı okusunlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.