Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

İktidara sual: Mütekâmil şehirler ne zaman doğacak?

Mukaddesatçı bildiğimiz iktidar şu sualin cevabını vermekle mesuldür: İslâm sûret ve kimliğinin hâkim olduğu bir şehrimiz var mı? Bir virüs gibi yayılan modernizme karşı duramayan mukaddesatçı iktidar Müslümanların bugün maddî ve ruhî cephesiyle yekpâre bir İslâm şehir kültürünü oluşturmaktan hayli uzak olduğu malûm. Yaşadıkları mekân ve şehirlerde İslâm medeniyetinin tezahürlerinin olduğu söylenemez.

 

Bugün dahi muhafazakâr idarecilerimiz şehri teknik ve imardan ibaret görerek, Medine modelinin tezahürlerinden mahrum, ruhsuz “Dikey şehirler” inşa etmek için yarışıyorlar. Müslümanların şehirleri Viyana, Paris ve Newyork’lara benzetiliyor.

 

Medeniyetin sûreti şehirdir. Bir şehre girdiğinizde câmilerin varlığı öne çıkmış olduğunu görüyor ve ezan sesini duyuyorsanız Müslümanların şehrinde olduğunuzu bilirsiniz. Fakat bugün bu iki İslâmî değer o şehirde İslâm medeniyetinin her bakımdan hâkim olduğunu ispat etmeye yetmiyor.            

İslâm şehirlerinin tamamında ulu câmi vardır ve şehir bu câmilerin etrafında şekillenir. İslâm şehrinin kalbi vardır. Medine’de Mescid-i Nebevî, ondan sonra kurulan şehirlerde de ulu câmiler, içinde bulundukları şehrin kalbi olmuştur.

 

ŞEHİRLERİN RUHU YABANCILAŞIYOR

 

Şehrin ruhu, içinde yaşayan Müslümanların ruhudur. Şehirler kentleşmeye başlayınca, içindeki insan ruhundan ve medeniyetine olan mensubiyetinden fire vermeye başlıyor. Girdiğiniz bir İslâm şehrinde din, dil ve bütün değerlerimizin caddeden, sokağa, mağaza tabelalarından, park- bahçe tarzlarına ve meskenlerinin mimarilerine kadar kendi kimliğimizi haiz değilse o beldenin İslâm medeniyetine aidiyetinin olduğunu tam olarak kestiremeyiz.                                                                        

 

Bir İslâm şehrinde câmilerin hemen ötesinde heykeller silsilesi yer alıyorsa, dev avm ve plazalar ulu câmileri, şehrin dinî ve tarihî dokusunu gölgede bırakıyorsa o beldenin İslâm medeniyetine mensup olduğunu gönlümüze inandıramayız. İslâm şehrinin meydanlarında heykel değil, Kur’ân harflerinden tezyinat ve âbideler olmalıdır.                                                                                                                             

 

Mukaddeslerimizden uzaklaştıran, yabancılaştıran, avm’lerinde vakit geçirilen, alışveriş ve tüketim egzersizleri yapılan lâ-dinî kapitalizmin mabetleriyle dolu kentten medeniyet olur mu? İslâm şehirlerinin medeniyet kimliğinden koptuğunu söylemeye en evvel mukaddesatçı idareciler başlamalıydı. Müslüman şehrin alâmet-i fârikası avm’ler midir sualinin cevabını verecek ehl-i medeniyet bir devlet ufukta görünmüyor.

 

Şehir belediyelerinde salahiyet sahibi olan İslâmcıların medeniyet hamleleri kültür ve maarifte sahasında görülmediği gibi, şehircilik cihetinden de hiçbir behre gösteremediler. Daha fenası şehirlerde İslâm estetiği ve düzenlemesi istikametinde ciddî bir atılım yapılmadı. Batı’nın “uygarlık-civilisation”, yâni aydınlanma döneminin laik sivilleşme kavramını medeniyet şeklinde anlayanların bıraktığı şehirleri parlatmaktan öte medeniyetimize dair alâmetler ortada yok henüz.

 

MUKADDESATÇI İKTİDAR MODERNİTE KARŞISINDA MAĞLÛP

 

Mukaddesatçı iktidar, modernite ve kentleşme karşısında mağlup düşmüşlerdir. “Şehir ahlâkın, sanatın, felsefenin ve tefekkürün geliştiği, insanın en üst seviyede varlığının anlamını tamamladığı ortamdır” diyen İslâmî şehir mimarisinin mütefekkiri Turgut Cansever’in dediklerini kaç dindar-mukaddesatçı hükümet erkânı dikkate almıştır?                                                                                                                             

 

Kimliksiz hâle gelen şehirlerimiz bugün İslâm’ı değil, herhangi bir medeniyeti dahi çağrıştırmıyor. Batı şehirlerinin kötü ve gülünç taklitleridir. Bir yanda heykeller, bir yanda câmi ve İngilizce isimli dev avm’ler şehirlerimizi utanç verici bir kimliğe sokmuştur. Sûret ve sîretiyle iftihar edeceğimiz bir İslâm şehrimiz var mı bugün?

 

Kıblegâhımız Mekke-i Mükerreme de dâhil olmak üzere, Şam, Halep, Bağdat, İstanbul, Bursa, Konya gibi bir zamanlar medeniyetimizin numunesi olan medenî beldelerde İslâm şehir kimliğinin devam ettiğini söylemek mümkün mü? Şehir tasavvurumuzu kaybettiğimiz bozgun dönemlerinden bu yana ucube birer sentez şehir suretinin doludizgin devam ettiğini görmek izzetimize dokunuyor. 

 

Allah’a âsi duran ruhsuz gökdelenlerin, apartmanların, metroların istilâ ettiği ikametgâhımız kalbimizi yaslayacağımız, huzurumuzu bulacağımız şehir değil, kenttir. Ruhu olmayan kentten şehre zaman döneceğiz? Müslümanlar kente karşı direnmelidir.  

                                                                                                                   

Şehri ulvî saadetlere ulaşmanın merkezi olarak gönle benzeten Hacı Bayrâm-ı Velî Hz.lerinin “Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm / Ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında” dediği mânada, mütekâmil kimliğe sahip şehirleri özlüyoruz.

 

Şehrini arayanlara, yâni şehrini kaybettiğinin farkına varanlara, acısını çekenlere ihtiyacımız var.

 

TÜRK ŞİİRİNİN BEYAZ KARTALI VE AKSAKALI BAHAETTİN KARAKOÇ HAKK’A UÇTU

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.