Bir sembol olarak Ayasofya

Bugün Ayasofya’da artık secde etmenin imkansız hale getirilişinin yıldönümü. 1 şubat 1935 tarihinden beri Ayasofya’nın duvarlarında ezan ve selaların okunmasına ve secdeler edilmesine hasretiz milletçe. Peki nasıl olmuştu da Ayasofya yüzyıllardır sembol olarak orta yerde dimdik dururken müzeye çevrilivermişti? Kimlerdi bunun müsebbibi? Üstad Ziyad Ebuzziya’nın kaleminden yıllar önce yazılmış bir yazıdan alalım.

“Yıl 1931. Amerika Birleşik Devletlerinde bulunan Bizans enstitüsü namına, Thomas Wittemore, Camiin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek müsadesini istedi. İzin verildi. 1932 de mozaik uzmanları işe koyuldu. Nefis panolar ortaya çıkmaya başladı.

1934 ortalarında Maarif Vekaletine, Abidin Özmen getirilmişti. (9.7.1934). Vekil İstanbul'a gelmiş, teftişleri sırasında Ayasofya'yı da gezmiş, çalışmalar ve mozaikleri incelemiş, Camiin mabed dışındaki kısımlarının perişanlığını görmüş ve bu yerlerin ihya edilip bir müze halinde halka açılmasının faydalı olacağını düşünerek fikrini Atatürk'e açmıştır. Atatürk, konunun bir uzman heyetçe incelenmesini emretmiş, Abidin Özmen, İstanbul Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kurup konuyu havale etmişti. Heyette Tahsin Öz, Efdalettin Bey, Prof. Osman Ferid, Alman Prof. Erckhard-Ungar gibi uzman isimler vardır. Komisyon ekim sonunda raporunu takdim etmiştir. Tavsiyeler şudur:

1- Müze olması için Wittemore'un çalışmaları bitmelidir

2- Bu arada dış kısımlar, kapı ve pencereler tamir edilmeli, son cemaat mahalli teşhir edilecek hale getirilmeli.

3- Binayı ihata etmiş kahve, sundurma, köhne ahşap bina, dükkân, kulübeler yıkılmalıdır.

4- Camiye bitişik "Kimsesizler Yurdu" yıkılmalıdır.

5- Avlu tanzim edilerek açık müze yapılmalıdır.

6- Camiin ibadet kısmı İBADETE KAPATILMALI buraya BİZANS ESERLERİ konularak BİZANS MÜZESİ yapılmalıdır.

7- Ayasofya'nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, Camiin uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir.

İslam âleminin göz bebeği bu Camiin, ibadethane kısmının da ibadete kapatılarak buranın da müze olması, hem de Bizans Âsârı Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu insanlardır! Bu komisyonda bulunan sadece bir tek kişi bu fikre itiraz etmiş ve "ibadet kısmının aynen ibadete açık kalması gerektiğinde" ısrar etmiş ve muhalefet şerhi koymuştur. Bu anlayışı gösteren, ne hazindir ki, Alman Profesör Erckhard Ungar'dır!

Kasım 1934 başlarında, Atatürk'ün mutad bir "akşam sofra sohbeti"nde Abidin Özmen, konuyu açmış ve raporda belirtilen hususlar anlatmıştır Atatürk hemen işe başlanması emrini vermiştir. Ayasofya Camii Evkaf idaresine bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler ona düşüyordu.

Bu sıralarda Wittemore camiin asıl ibadet kısmında çalışmalara başlamıştır. Ortalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, yerleri örten kıymetli halılar, seccadeler kaldırılmış, duvarlardaki ism-i Celal, ism-i Resul, Hülefa-i Raşidin ve Hasan, Hüseyin levhaları da indirilmiştir. Wittemore kubbenin göbeğindeki "Nur" ayet-i kerimesini de kazıyarak, altında bulunması muhtemel mozaikleri araştırmak istemişse de müsaade edilmemiş, Kazasker İzzet Efendi'nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtulmuştur. İşte bu tarihte ve bu çalışmaların yapılabilmesi için ve bu sırada da ibadet etmek imkânsızlığı dolayısıyla, "TAMİRAT BİTENE KADAR, GEÇİCİ OLARAK" ibadet durdurulmuştur.

Atatürk'ün vefatında Wittemore'un çalışmaları devam etmekte idi. Wittemore, Ayasofya'nın yıkılmadan günümüze kadar, bütün eşsiz sanat eserlerini de muhafaza ederek gelebilmesinin, sadece ve sadece, Osmanlı idaresi sayesinde olduğunu, çalışmaları hakkındaki raporunda şu cümlelerle belirtir:

"Yedi yıllık çalışmalarımız boyunca mozaiklerde hiçbir kasdi tahribat ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve zaman binayı, mozaik resim sanatının birçok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mevcud olanlar, Ayasofya'yı kullandıkları beş asır boyunca, Türkler tarafından muhafaza edilmiştir."

Wittemore’un vefatından sonra çalışmalar durmuş, tamirler bitmiş fakat cami ibadete açılmamıştır! 1939 da ikinci Cihan Harbi başlamış, harp gaile ve endişeleri sırasında, Ayasofya ile meşgul olunamamıştır. Esasen tek Parti idaresinin, harp gailesi olmasa da, Ayasofya'yı ibadete açmaya niyeti yoktu. Değil Ayasofya'yı açmak, Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, İstanbul'da da, camiler depo yapılmış, Sultan Ahmed Camii bile, ibadete kapatılarak, silâh altına alınan askerin barınmasına tahsis edilmiştir.

Caminin müzeye çevrilmesi işi 24.11.1934 de görüşülerek, camiin çevresindeki evkafa ait binaların, Evkaf Umum Müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masraflarının da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur. Tarihin altına "Reis-i Cumhur Atatürk" ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden vekillerin isim ve soy adlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak "KARARNAME" ismi oturtulmuştur. İşte bu "KARARNAME" başlığı Ayasofya'nın bir "İcra Vekilleri Heyeti kararı ile" müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Hâlbuki bu doğru değildir! Kararnameler "İcra Vekilleri Heyetince" (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karara bağlanınca, bir numara alırlar, Resmi Gazetede de ilan olunurlar. Kavanin külliyatında da (Sicilli Kavanin, Düstur, Kanunlarımız) aynı tarih ve numara ile yer alırlar. Ayrıca, Müddevvenat Müdürlüğünde, T.B.M.M' de, Başbakanlıkta da muntazaman arşivlenirler. Bazı kararnameler gizlidir, halkı ilgilendirmeyen, hükümet icraatına ait hususlardır, Resmi Gazetede yayınlanmazlar. Ancak yine numara almışlardır, ilgili dairesinde de korunurlar, aranınca bulunurlar. Bazı numara almayan kararnameler de vardır: Bir vazifeden diğerine alınan bir yüksek memur, o devirde yapıldığı gibi, Belediye reisliğine getirilen veya seçilen başkanın tasdiki, bazı nakil, "üçlü kararnameler" gibi.

Bunlar da, bir daha gösteriyor ki, Ayasofya Cami işi hakkında, herhangi bir tarihi eserimizin onarımı için olduğu gibi, Bakanlıklar arasında cereyan eden yazışmalarla ele alınmış, tamiri için de mecburen cami kısmı, "geçici" olarak ibadete kapatılmıştır. Konunun İcra Vekilleri Heyetinde görüşüldüğü muhakkaktır. Ama bu, yukarıda da misaller ile belirttiğimiz gibi, Camii ibadete kapatmak için değil, tamirat ve etrafının açılması için gerekli istimlak vesair masrafların nereden ve nasıl sağlanacağı hususlarından ibarettir. Ancak Türkiye'de, belki de Devletimizin kuruluşundan beri, adet halini almış müzmin bir illetin mevcudiyetini unutmamak lazımdır: "Türkiye'de geçici kararlar, az sonra daimileşirler!"

Sorarım siz okuyuculara, bugün bir Müslüman turist kafilesi veya yerli bir Türk grubu, Ayasofya Müzesi'nin eski cami kısmında yerlere gazeteler serip namaza dursalar başlarına neler gelir? Ne yobazlıkları, ne mutaassıplıkları, ne mürtecilikleri kalır. Mahkemelerde sürünmeleri de caba olur. Hâlbuki Temmuz 1967'de, Efes'e gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes'ten İstanbul'a geçmiş, Ayasofya'ya girmiş, Cami kısmında diz çökmüş yanında devrin Hariciye Nazırı İhsan Sabri Çağlanyangil olduğu halde vekilden nezaketen müsaade istemiş ise de vekilin cevabını beklemeden istavroz çıkarmış, ibadetini tamamlamış sonra da yere kapanıp zemini öpmüştür. Zamanın gazetelerinde bu secdesinin ve yeri öpmesinin resimleri çıkmış, ibadeti anlatılmıştır. Papa İstanbul'da, Ayasofya'dan başka, ziyaret ettiği hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de ibadette bulunmuştur. Ayasofya'da bunu yapmış olması, burasını bir Cami değil bir KİLİSE olarak kabul etmesindendir. Zira bir Müslüman her yerde, bir kilisede, bir havrada pekâlâ namazını kılabilir. Ancak bir katolik, bir musevi, asla bir camide dini ibadetini yerine getiremez, dini bunu kesinlikle yasaklar.

Ne mantıktır ki, bir Türk, bir Müslüman 481 yıldır öz be öz kendi malı ve camii olarak kullandığı bir mabedinde ibadet edebilmek hakkından mahrum bulunsun, böyle bir harekete girerse suç işlemiş sayılsın, buna karşılık 514 yıl evvel bir hıristiyan mabedi olmuş bir yerde, bir hıristiyan için ibadet etmek serbest olsun! Maalesef bu mantığı anlayabilecek zekâdan da mahrumum.

Devletten, Hükümetten artık bu tatsız, mantıksız anlayışa son vermesini, Ayasofya Müzesini, müzeliğine zerre kadar halel vermeden, ibadete de açmasını temenni ve istirham ederim.”

Kaynak: İslam Mecmuası, 1987 (Kısaltılmıştır)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.