Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Tek Kapı” ya açılan Kapılar…

 

Hayatımız kapılarla çevrili, kapılardan girer çıkarız her gün. Evimizin kapısı, işimizin kapısı, hükümet kapısı…

Kapı çok, zâhirî kapıdan bahsetmiyoruz. Gönlümüzü inşirah ettirecek, kalbimizi tezkiye edecek ulvî aşk ve mânevî tâlimle açılan kapılardır muradımız. Bu mânada kapı, tekke, sığınılacak gönül evi ve mânevî makam demektir.

Esasında Tek Kapı vardır, bütün kapıların Allah’a açıldığı kapı… Bütün kalplere hükmedenin yâni O’nun kapısına (c.c.) varmadan önce bir ehl-i dil’in, bir mürşidin, bir gönül efendisinin, bir dergâhın kapısında tâlim etmek lâzım önce.

BİR KAPI ARAMALIYIZ

Gönlümüz daraldığında, itikatımız zayıfladığında varacağımız bir şifa kapısı olsun. Kendimizi bulmak istiyorsak bir “Kapı” aramalıyız. Dost kapısı, gönül kapısı, rıza kapısı, tarikat kapısı, yâni bir yola girme kapısı...

Kapısız olmak, istikâmetsizliktir, yâni rehbersizlik, açıkta kalmışlıktır. Fakir, hâl dilini yaşamak istedikçe, kalbi ve gönlü daraldıkça Bir Hocam’ın Kapısına, yâni Fikir ve Gönül Dükkânı dediğim Cuma Kapısına varır, eşiklikte bekler.

Bir mürşid kapısından içeriye kabul edildiğimizde kapı sahibinin dizinin dibine çökmeli... Üstad Necip Fâzıl’ın buhranlı yıllarında maddeden mânaya yürümesine vesile olan ve “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış…” dedirten “Büyük Kapı” Abdülhakîm Arvâsî Hazretleriydi.

GİDECEĞİMİZ BİR “KAPI” OLMALI

Mücâdelesi ve mücâhedesi bin miligram olanlar için tövbe kapısı açık. Kapısından girmeye tâlimli olanlar için “İlim Kapısı” var. Hazret-i Peygamberimizin, “Ali ilmin kapısı, kim ilim isterse bu kapıya gelsin” diye buyurdukları kapı...

Şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapıları ateşten bir iman ve cezbeyle geçen bir ömrün bedel edilmesiyle girilecek kapılardır. Dergâhlar birer kapıdır. Feyz Kapısı, Yokluk Kapısı da denir. Çilesi çok olan Yokluk Kapısı’ndan girmek zor.

Üftâde Hazretlerinin, kendisine mürid olmak için gelen Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerine, “Burası yokluk kapısıdır, biz de fakirlik kapısının kuluyuz. Senin ilmin, malın, şânın var, bir araya gelip bağdaşamayız. Bizim gibi kulların Allah’tan başka hiçbir şeyi yoktur…” dediğini dikkate almak lâzım.

Ulvî yakinlik kapıları vardır mübarek zâtların. Seyr u sülûkumu tamamladım diyen herkes giremez. Bu kapıların imtihanı çok ağır. Bir ömür fazilet, teslimiyet, fedakârlık ister. Efendimiz Âleyhisselâtüvesselâm nezdinde Hz. Ebubekir’in “yakinlik” kapısı açıktır sadece. Sadakatla, sâdık olmakla, itaatle, büyük dostluk ve muhabbetle açık olan bir kapı bu…

Kapıların en cezbelisi, yâni Bir’e ulaştırıcısı Yâr Kapısı’dır ki, aynel yakîn olanların çalacağı kapıdır… Ne kadar dindar olursa olsun, dünya kokanların bu kapıdan girmeleri zor. Aynel yakîn âşıklar ancak girebilirler.

Ali Yurtgezen hoca, Şeyh Gâlib’in beytinden hareketle, “gam hastası âşığın, bazen eli başının altında, bazen ayağı koltuk (değneğinde), düşe kalka Sevgilinin lütuf kapısına” yâni “Cenab-ı Mevlâ” dediği “Yârin Şifa Kapısı” na ulaşma yolculuğundan bahseder.

Bu kapıya varıldığında ne gibi haller yaşanacağını, “Seher vakti çaldım yârin kapısın / Baktım yârin kapıları sürmeli / Boş bulmadım otağının yapısın / Çıkageldi bir gözleri sürmeli” türküsünü onun şerhinden okuyanlar bilirler:

"‘Kapı’ dediği âlem-i melekûtun, âlem-i gaybın, nihayetinde halvet-serây-ı vahdetin eşiğidir; harem-i visâle mahrem olmak için ruhsat almak arzusunun izhârıdır. Velâkin kapı sürmelidir. (…) Sûfiyye lisanında feth-i bâb ki ‘kapı

açmak’ demektir, sülûkta makamları aşmak, yahut ruh müşkillerinin halli mânâsınadır. İmdi ‘çaldım yârin kapısın’ ‘seher vakti’ ile gelince, bu, ‘sabah namazı’ olur. ‘kapıların sürmeli’ olup açılmaması, namazdan feyz alamamak, hulûs-i kalbi ve huşû’u bulamamaktır. (…) ‘Nitekim ‘bir gözleri sürmeli çıkagelmiş’tir. ‘Gözleri sürmeli’ mürşîd-i kâmildir.”

“KAPILAR İÇERİDEN AÇILIR”

Kalp aynası paslı olanlar Kalp Kapısı’na müracaat etmeli. İhlâsı ve hüznü elden bırakmadan çalmalı kapıyı. Hz. Mevlâna’nın diliyle kalbin kapısı, yâni gönül kâbesi içeriden açılır. Bu yüce kapıda acemilik edenler için diyor ki:

“Duydum ki kapıma gelmiş, tokmak olmadığı için kapıya vurmadan geri dönmüşsün. Bilmez misin, kalp kapısının tokmağa ihtiyacı yoktur; o ancak içeriden açılır.”

Vardığımız kapıyı çokça çalmalı, açılmazsa veya kabul edilmezsek hemen ümitsizliğe kapılmamalı. Açılmazsa bile eşiğinde sabırla beklediğimizde öğrendiklerimiz dahi yeter. Bir şey daha var, kapıyı doğru çalmayı da bilmek gerek. Kibirli ve aceleci değil, sabırla, ama mutlaka ihlâs ve vecd ile açılacağı vakte kadar şikâyet etmeden beklemek…

Niyetsiz, istikâmetsiz, kararsız, hele de aşksız ve cezbesiz bir şekilde kapı aramak nafile arayıştır. Bu vasıfları haiz olmadan kapıyı çalmak ve açılmasını beklemek, hamlığın işaretidir.

“KAPI AÇILIR, YETER Kİ VURMAYI BİLELİM”

“Taptuk’un tapusunda / Kul olduk kapısında / Yunus miskin çiğ idik / Piştik elhamdülillah” diyen Yunus Emre Hazretlerinin Taptuk'un kapısında çektiklerini bilmeden mürşid-i kâmilin kapısından girmek zor. Hz. Mevlâna’nın sözleriyle söyleyelim: Kapı açılır, yeter ki vurmayı ve o kapıda durmayı bilelim.

Daha önemlisi, bir kapıdan girmek için ehl-i tasavvufun tecrübesiyle hareket etmeli. Kapıyı çalınca, “Kim o?” dediklerinde “Ben geldim” dememek lâzım. İçeridekinin “Gelen sen isen, var git, biraz daha yan öyle gel!” nasihatiyle buruklaşabiliriz.

Bütün derûnumuzu toplayıp hâl dilinin gücüyle “Sen geldin” dediğimizde kapı ardına kadar açılır. Unutmamak gerek, modernliğin saldırıları karşısında sığınılacak tek yer kendimize açılan “Kapı” dır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.