Türkçülerin meylettiği müelliflerin medeniyet fikrindeki ârıza ve farklı

Ahmet Doğan İlbey

(Evvel emirde belirteyim ki gayem, Hadiümü’l Harameyn olan ve İslâmlaşınca millet olmak vasfını kazanan Türklerin idrakini bir asırdır ve hâlen karıştıran laik Türkçülüğün ârızalarını göstermek. Bu mevzuda yazdıklarımızda Türklük hüviyetine asla karşı bir anlayışımız söz konusu olamaz. Aksine, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz Hilafet sahipliği yapan Türklerin bâtıl, yâni İslâm dışı tesbit ve tariflerden, seküler Türkçü ideoloji ve fikirlerden arındırılması çabası taşımaktadır)    

Medeniyetin İslâm’ın maddî ve mânevî olarak tecessüm ettiği Medine modelinden neşet ettiğine, böyle bir medeniyetin varlığında siyaset ve toplum yapısının fıkıh ahkâmına göre seyreden bir tekâmül olduğuna inandığımızı ölçü alarak Türkçü akımın meylettiği bazı müelliflerin medeniyet fikrindeki ârıza ve farklılıkları tahlil ve tenkid denemesi yapmak istiyoruz.

Evvel emirde belirtelim ki Türkçü ifadesinden kastımız, Türklüğe dair dünya görüşlerini laik / seküler zeminde sürdüren anlayış etrafında hareket eden cemiyetlerdir.

TÜRKÇÜLER GÖKALP’TEN TEVARÜS ETTİKLERİ MEDENİYET FİKRİNDE SABİT…

Türkçülerin hâlen en temel düşünce aldıkları Ziya Gökalp, kültür (doğrusu irfan yahut maarif olması gerek) karşılığı kullandığı yavan ver soğuk bir kelime olan “Hars”la medeniyeti ayırarak medeniyet kavramının aslını, özünü değiştirmeye çalıştı. Batılı anlayış şemasına göre baktığı medeniyet, teknik vasıtaları, fen ve sanayi ürünleri, taklit ve değiştirme yoluyla bir halktan diğer halka geçtiğini ve sürekli geçebileceğini iddia etti.

Erol Güngör’ün keskin bir şekilde tenkid ederek çürüttüğü, kültür ile medeniyet arasında çatışma olduğunu savundu. Medeniyet milletlerarası ilişkileri arttırır, bilgi ve teknik transfer edilebilir. Oysa kültür harsîdir (millî demek istiyor). Medeniyet objektif hususiyetler taşıyan ilmî gerçekler, tarıma, sağlığa, ticarete, ekonomiye ve bayındırlığa ait kaideler ve aletler ile matematik ve mantık kavramlarının sahasındadır. Öyle ki medeniyet değiştirilebilir, aktarılabilir, hars değiştirilemez. Medeniyet sürekli değil, hars süreklidir.

Kültürle medeniyet arasında bir savaş vardır. Eğitim ve siyasetin gayesinin, bir kültürün mensubunu, yâni fertlerini medeniyetçi fertler olarak yetiştirmek olduğunu söyler. Türklere gösterdiği örnek de Anglo- Saksonlardır. Avrupalıların gelişmişliklerini medeniyetçi/ ferdiyetçiliklerine bağlarken, Doğu-İslâm milletlerinin “geri kalmalarını” toplulukçu/ cemaatçi/ kültürcü olmalarına) bağlar.

MÜMTAZ TURHAN GARB MEDENİYETİ CEPHESİNDE…

Gökalp’in şâkirdi Mümtaz Turhan’ın görüşlerinin zemini Kemalist Cumhuriyet inkılâbını bir vakıa hâlinde kavrayan ve bazı yanlışlıklar olan Cumhuriyet Batılılaşmasını muhafazakârlaştırmanın gerektiğine inanan bir düşünce hâkimidir.  Bundandır ki tenkidine yine “Garplılaşmanın neresindeyiz?” diye başlar.

Gökalp’i tenkid ederken, “kültürün değişebileceği” ve  Kemalist Cumhuriyetin “Mecburî veya Empoze Kültür Değişmesi” siyasetinin muvaffak olamayışına karşı yine aynı zeminde “çözüm” bulmaya çalışmasıdır. İslâm medeniyet ölçüleriyle bakıldığında bu tez temelden yanlıştır. Çünkü bu bakış, eğitimden ilim ve medenî tekamülün esaslarına Batı’nın medeniyet ve ilmî zihniyetiyle ıslahat düşüncelerinden öte bir şey ifade etmez.

Mümtaz Turhan’ın “Serbest kültür değişmesi”  düşüncesi problemlidir. Onu bir hayli aşan ve hattâ kültür ve medeniyet anlayışında bile ayrılan şâkirdi Erol Güngör’ün “Teknolojiye Gandhi hariç kimse direnemedi” sözündeki eklektik düşünce dışında Gökalp’ten de Turhan’dan da olabildiğince ayrı, yâni yerli düşündüğünü söyleyebiliriz.

Turhan’ın da İslâm toplumuna Batı’nın “teknik-biliminin” nasıl taşınmasından meselesinden hareket eder, fakat bu taşınma ameliyesinin zemini sekülerdir. İslâm bütünüyle belirleyici değil. Gökalp’ten ayrıldığı nokta, toplumun Cumhuriyet kadrosunun tepeden inme ideolojik târiflerinin gereksiz olduğu noktadır. Gökalp’in “Türk milleti, İslâm ümmeti, Garb medeniyeti” üçlemesindeki çelişkilere büsbütün düşmez. Ona göre, Anadolu’da yaşayan millet/dindarlık bir gerçektir. Fakat Cumhuriyet sistemini de bir ihtiyaç ve gerçeklik olarak kabul eder. Bu iki gerçek arasında taraf olmamış gibi görünür, net değildir.

Cumhuriyetçilerin “Empoze Kültür Değişmesi” siyasetini tenkid eder, ancak tekrar belirtelim ki zeminini vetayin edici amillerini net olarak belirtmediği “Serbest Kültür Değişmesi”ni mantıklı bulur. Mâlûmdur ki, moda ifadeyle “küresel kapitalizmin” ve durdurulamayan bir virüs gibi yayılan modernleşme dalgasının karşısında “Serbest kültür değişmesi” nin millî kültürleri daha da “dirençsiz” bırakacağı ortadadır.

Turhan’ın bir başka ârızalı bakışı da İslâm’ı ve dinimizden neşet ahlâkı ahlâkı, mezhebî inanışları milleti yapan en temel değerler olarak değil,  “kültür” sahası ve “kültürel unsur” şeklinde    değerlendirmesidir. Bu bakış, onun Batı “Garp uygarlığını” yerli medeniyet kavramı ile sentez yaparak târif etmesinden kaynaklanıyor. Garp medeniyetini “ilim- teknik- hak/ hürriyet nizamı” şeklinde kavradığı içindir “Garplılaşma” temelde karşı çıkılacak bir problem teşkil etmez. Kendi ifadesiyle “yerli-eski kültürün müesseselerinin Garblı / medenî müesseselerle intibakını serbest kültür değişmesi” yoluyla telif edileceğini savunur.

TÜRKÇÜLERİN BAŞTÂCI ETTİĞİ FAKAT MEDENİYET FİKRİNİ ALMADIĞI MÜELLİF: EROL GÜNGÖR

Günümüz Türkçülerinin çokça iktibas ederek fikirlerine meylettikleri bir aşka müellif de Erol Güngör’dür. Onun “Bir medeniyet her şeyden önce bir değerler, inançlar sistemidir.  Müesseseler bu değer ve inançların birer eseri olarak ortaya çıkar. O halde Müslümanların asıl bakmaları gereken şey iktisadî, askerî, siyasî vs. müesseseleri değil, onların gerisindeki zihniyettir. (…) Müslümanların temel doktrinini teşkil eden Kur’an ve hadisler bu dünyayı kendi maksatlarımız için devamlı tetkik etmeyi ve kullanmayı teşvik etmektedir…”   sözlerinden anlaşıldığı üzere medeniyeti, ağyarını mâni, efradını câmi bir târifle olmasa da İslâmî zemine oturttuğunu takipçileri bilir. Ne var ki düşüncelerini başucunda bulundurmalarına rağmen onun medeniyet anlayışını esas almayan Türkçü kuruluşlar eklektik ve seküler medeniyet tasavvurundan sıyrılmaya niyetli görünmemektedir.

Mümtaz Turhan’ın şâkirdi olup onu tenkid ve tekzip eden Erol Güngör ise, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri kitabında İslâm’ı sadece bir kültür şeklinde değil medeniyet olarak da târif eder. Modern teknolojinin veya genel bir ifadeyle modernizmin dünyayı sürüklemekte olduğu uçuruma karşı bir engel koymak” tan, yâni İslâmî bakışla karşı bir duruş sergilenmesinin gerektiğinden bahseder. Fakat, “İslâm’ın modern teknolojiye karşı takınacağı tavır elbette ona karşı çıkmak olmayacaktır. İslâm ülkeleri, hemen istisnasız şekilde, modern teknolojiye intibak etmek gayreti içindedirler ve bunda herhangi bir dinî mahzurun bulunmadığını bilmektedirler” diyerek, Sait Hâlim Paşa, Mehmet Âkif gibi İslâm medeniyet fikrinde yerli zeminde kalarak Batı’nın ilerlemeci anlayış şemasında beis görmez.

“Her milletin tarih ve kültürünün o millete mahsus olduğunu kabul ettiğimize göre, her milletin modern teknolojiyi benimseme ve kullanma tarzının da kendine mahsus olacağını kabul etmeliyiz” ifadesiyle Batı “uygarlığının” teknolojisinin millî kültüre zarar vermeden alınabileceğini detaylıca izah eder.

Ne var ki, Güngör’ün de Medine’nin siyasî, fıkhî, içtimâî varoluşundan doğan medeniyet anlayışına tam olarak mutabık olamadığı görülmektedir. Medeniyetin sahasına kültürü de dâhil eder. Şeması böyle olsa da kültüre yüklediği muhteva yerlidir ve İslâm’ın her şeyini tayin ettiği bir millet kültüründen bahseder. “Kültür bir inançlar, bilgiler, his ve heyecanlar bütünüdür; yani maddî değildir. Bu manevî bütün uygulama hâlinde maddî formlara bürünür.”

Selefleri Gökalp ve Turhan’dan ayrıldığı hususlar onu İslâm medeniyet anlayışlarının içinde görmeye kâfidir.  Meselâ, seleflerinin bütünüyle karşı olmadığı Batı “uygarlığı”na bel bağlamaz ve teknik zaruretler olarak bakar. Seleflerinin, kültürü eklektik târif etmelerinin aksine o kültürü dinî zeminde oluşan, târih içinde şekillenen ve esaslarının çok da değişmeyeceğini belirterek, “Avrupalılaşmayı imkânsız kılan şey işte budur” diyor.

Bir ayrıntı olarak belirtelim ki Güngör, sıkça vurgu yaptığı “Kültürü koruma”dan bahsederken, milletin târih içinde değişerek aldığı formları fazlaca öne çıkarır. Bu vaziyette “kültürü koruma” nın öneminden bahsederken,  dinin bütünüyle denetleyici vasfını kısmen gözden uzak tuttuğu intıbaını verir.

MEDENİYET FİKRİ ALINMAYAN BİR BAŞKA MÜELLİF:  YILMAZ ÖZAKPINAR

Günümüz Türkçü hareketin, görüşlerine çokça atıfta bulundukları, fakat medeniyet fikrini almadıkları bir başka müellif de Yılmaz Özakpınar’dır. “Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi” kitabında ileri sürdüğü görüşlerini hülâsa ederek, bu müellifle zıt düştükleri noktaları göstermeye çalışacağız.

Özakpınar, kültür ve medeniyet, doğada kendiliğinden bulunmaz; insan ürünüdür. Medeniyet teorisinin hareket noktası budur. Bu noktadan hareketle “teori, refleks ya da içgüdü haricinde insanın yaptığı her davranışı, meydana getirdiği her şeyi kültür kavramı içinde görür. “İster medeni diye nitelendirilsin, ister ilkel diye nitelendirilsin, bütün insan toplumlarının kültürü vardır; kültürsüz bir insan topluluğu olamaz (…) insan her yerde ve her şartta, sırf biyolojik ihtiyaçlarını karşılama düzeyinde bile (…) kültür meydana getirir.”

Bu târifte problem yok. Ne var ki, Özakpınar’a atıfta bulunan, fikirlerini paylaştıklarını söyleyen günümüz Türkçülerinin “hars” dedikleri kültür anlayışıyla bu târifler uyuşmamaktadır. Yukarıda beyan ettiğimiz üzere Türkçüler kültürü inanç, ahlâk gibi değerler manzumesi olarak sayarak medeniyetten bağımsız olduğunu iddia ediyorlar.

Oysa, Özakpınar, medeniyetin dinden neşet eden inanç manzumesi olarak kültürleri için alıp değiştireceğini ve kendisine bağlayacağını ileri sürer. Ona göre inanç ve ahlâk nizamı medeniyettir. Doğa ve toplum hayatı içinde meydana getirilen her türlü eser kültürdür. Demek ki kültür aslında medeniyetin ürünüdür. Medeniyet, kültür eserlerini doğurtan, onların hedefini, istikâmetini, niteliklerini belirleyen seçici, sınırlandırıcı, değerlendirici, kuşatıcı bir inanç ve ahlâk nizamıdır. Kültür ve medeniyet, aynı mantık konumdaki hâdiseler değildir. Kültürler, eserler ve ürünleridir; medeniyet, onların arkasındaki inanç ve ahlâk nizamıdır.

Buna göre insan ürünü her oluşum bir kültürdür. Kültürün içine maddî yapısı olan oluşumlar, örfler, âdetler, kanaatler, fikir ve tutumlar, ideolojiler, bilimsel teoriler, sanatlar, şiir ve destanlar, soyut oluşumlar girer. Bu çerçevede Süleymaniye Câmii maddî yapısı itibariyle insan zihninin ürünüdür, maksadı ve fonksiyonu ise medeniyetin tezahürüdür.

Görüşlerinin nihai noktası Türkçülerin esas aldıkları Gökalp’in tezlerinin tam aksi istikametinde olup, çürütmektedir:

Bu çerçevede herhangi bir teknolojik ürün de maddi yapıya dönmeden önce insan düşünme ve çabasının sonucu olan, zihni olan bir faaliyetle belirlenir. Diğer değişle kültürdür. Teknolojik kapasite zihnî yani mânevî niteliktedir. Teknoloji transferleri medeniyet transferi değil kültür transferidir. Ziya Gökalp’in yaptığı ayrım yanlış bir kavramlaştırmaya dayanmaktaydı. Çünkü kültür, muhtevası duygu olsun ya da bilgi olsun, insan ürünü her türlü oluşumdur.

Gökalp’in medeniyet anlayışını yerle bir eden bu Özakpınar’ın medeniyet anlayışını yol haritası olarak sahiplenmeyen Türkçülerin eklektik zihniyetlerinden vazgeçmediklerini görülüyor. Okuyup sahiplenmedikleri “Bir Medeniyet Teorisi” nin esası şudur:

Özakpınar, kendine meyleden Türkçülerin aksine medeniyetimiz İslâm medeniyetidir diyor. İslâm’ın tek ve gerçek medeniyet olduğunu; on birinci yüzyıldan itibaren Türk kültürünü yeniden yapılandıran bir inanç ve ahlâk nizamı olarak, Türk toplumunu bin yıl boyunca yoğurup şekillendirdiğini, hedefler tayin ettiğini, bu sebeptendir ki İslâm’ı Türk toplumunun ruhundan söküp atmanın mümkün olamayacağını söyler.

Dahası var; Türkçülerin elân sürdürdüğü eklektik ve sentezci medeniyet anlayışlarına seslenircesine Türkçülerin bir asırdır sürdürdüğü yanlışa işaret eder:

“Türk toplumu iki ayrı medeniyet, daha doğrusu iki ayrı ahlâk nizamı arasında kalıp ezilmek istemiyorsa, kendi medeniyetine sahip çıkmak zorundadır. Türk toplumunu haysiyet sahibi bir millet olarak yaşaması İslâm medeniyeti bilincini canlı tutmasıyla mümkündür. Hiçbir toplumun kendi inanç ve ahlâk nizamıyla birlikte Batı medeniyetine kabul edilmesi düşünülemez; esasen bu sosyolojik olarak imkânsızdır.” 

TÜRKÇÜLER, CUMHURİYETİN MEDENİYET ANLAYIŞIYLA MÜTTEFİK…

Velhâsıl, Türkçü kuruluşlar, Gökalp’ten tevarüs eden medeniyet görüşlerini bünyelerinden atmaları gerektiğini idrâk etmedikçe, Batılı bir medeniyeti zorbaca ikâme eden Cumhuriyet devrimlerinin Müslüman Türk milletinin medeniyet değerlerine hasım olduğunu kavramadıkça sentezci medeniyet tasavvurlarıyla millet damarlarına girmeleri mümkün görünmüyor.

------------------------------------

MEDENİYET DERGİSİ “TERKİP VE İNŞA” NIN 1O. SAYISI

 

İslâm medeniyet anlayışı üstünde fikir tâlimi ettiren, her sayısıyla medeniyetimizin bir veçhesi ve tezahürü hakkında dosyalar yapan, üstüne ölü toprağı atılmış medeniyet tasavvuru inşasının ufkunu açan TERKİP VE İNŞA DERGİSİ(terkipveinsa@gmail.com) Haki Demir, Metin Acıpayam ve Adnan Köksöken’in gayretleriyle Ocak 2016 / 1O. sayısı okuyucu huzuruna çıktı. Bu sayının mündericatı şöyle:

Adnan Köksöken / Takdim

Haki Demir  / İslâm ve Teşkilat

Ali Yurtgezen / Rekabetten Uhuvvete Dönmek İçin

Ahmet Doğan İlbey / Türkçülerin Meylettiği Müelliflerin Medeniyet Fikrindeki Ârıza ve Farklılıklar

İbrahim Sancak / Teşkilat Nedir?

Atilla Fikri Ergun / Halk için Devlet & Bir Suç Şebekesi Olarak Devlet

Nurettin Saraylı / Tabii Teşkilatlılık Hali

A. Bülent Civan / Teşkilat ve Müessese Üzerine

Muhtar Turan / Teşkilat ve Zeka

Şevki Karabekiroğlu / Zafere Götüren Teşkilat Modeli

Ebubekir Sıddık Karataş / Fert ve Teşkilat

Faruk Adil / Cemaat ve Teşkilat

Ömer Yılmaz / Devletsizlik Fikri

Ahmet Selçuki / Nizam-Teşkilat-Devlet

Osman Gazneli / Teşkilat ve Hayati

Metin Acıpayam / Medeniyet Akademisi Etrafında Müzik Külliyesi Teşkilat Modeli -2-

Abdullah Tatlı / Riyaset-Teşkilat-Mensubiyet

İlyas Taşkale / Teşkilatın Büyüme İstidadı

Selahattin Adanalı / İslam’ın Teşkilata Verdiği Kıymet

Fatih Mehmet Kaya / Teşkilat ve Kurucu Şahsiyet

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.