Kan ağlayan Doğu Türkistanlılara devletin ve İslâmcıların ilgisizliği

Ahmet Doğan İlbey

Doğu Türkistanlı karındaşlarımız Çin emperyalizmi altında inim inim inliyor. Türkiye’de birkaç sivil kuruluş dışında ciddi bir tepki yok. Doğu Türkistan’da yürekler kan ağlarken, Türklüğün hadimülharameyn ve cihan devleti olduğu Türkiye’de devlet ve hükümet cephesinde resmî bir telin, bir mesaj ve elçilik yoluyla bir protesto olmayışı üzücü ve düşündürücü…  Devlet ve hükümet âdeta sağır Doğu Türkistan Türklerine, yâni Müslümanlarına…

En beteri de nedir biliyor musunuz? Türkiye’de Müslümanım, İslâmcıyım diyen ağırlıklı kitleden, hattâ “Türk milliyetçisiyim” (Türk milliyetçiliğinin de bâtılı var Hakk olanı var. Bâtıl Türkçülerin zaten umurlarında değil) diyen siyasî partilerden ve kuruluşlardan Çin elçiliği ve konsolosluğunun önünü dolduracak yüzbinlerce insanın âvazını ve direnişini görememek çok, ama çok acı verici… Eskiden böyle bir vak’a olduğu zaman câmiden çıkan cemaat dahi ülkenin her yerinde aynı anda telin yürüyüşleri yaparlar ve karındaşları için toplu dua ederlerdi. Yürekleri kanatacak bir sual: Şimdi niye yok?

Nerede Türklük şuuru içinde olduğunu söyleyen üniversiteler, dernekler, ocaklar? Müslüman halk nerede? Ölü toprağı mı atıldı üzerlerine? Nerede cemaatler, medreseler ve son derece hürmet ettiğimiz din ü devlet mülk ü millet taraftarı tarikat müesseselerimiz ve mensuplarımız… Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz sizin neyiniz olur? Uzaklarda, güneşin doğduğu yerde Kaşgarlı Mahmud’un memleketi ve emaneti olan Uygur Türklerinden, yâni Müslümanlarından haberiniz var mı? Bilir misiniz, duymuşluğunuz var mı? Çin kâfiri o yurtlara “Sincang” diyor. Sonradan kazanılmış topraklar mânasına gelir. İstilâcı Çin’in verdiği bir ad bu… İlgisizliğinizin, nemelâzımcılığınızın gafletiyle sakın siz de “Sincan” demeyin.

Ağır olacak ama soralım: Her şey devletten mi beklenmeli? Haklı telinleri devlet mi başlatmalı illâ? Sizlerin görüşü, iradesi, tarih ve millet şuuru ve yüreği yok mudur? İllâ da devlet denen, hükümet denen muktedirlerin “Çin zulmü için yürüyün, elçiliklere, dünya basınına bildiriler, beyanatlar verin…” demesi mi gerek?  

Bizim medeniyetimizde en değerli yol ve makam ve dahi eğitim metodu olan sofilik, müminlik, âlimlik, hocalık sadece zikir ve öğretim midir? Aynı zamanda sesini gür bir şekilde bir sayha, bir ateş topağı gibi Doğu Türkistanlı Müslüman kardeşleri için de çıkarmalı, vaaz vermeli ve kamuoyu oluşturmalı değil midir?

Müslümanlık zikir çekip, ardından tatlı yiyip şerbet içip yatsıyı kıldıktan sonra yatmak mıdır? Fikrî, tarih şuuru ve millî öfkesi olan eski zaman Müslümanları, Türkleri nerede?  

Yazık, çok yazık! Müslüman Türk böyle gamsız ve kaygısız olamaz… Dünyadaki her Müslüman için ağıt yakan, şiir düzen millîsiz “siyasal İslâmcılar?” nerede? Filistine, Cezayir’e, Mısır’a, İran’a Afganistan’a, Tunus’a, Sudan’a “ümmet” duygulu mısralar yazan tercüme İslâmcılar, Türk’süz ve Türkiye’siz İslâmcı şairler, yazarlar Doğu Türkistanlı Müslümanlar için niye yazmazlar? Doğu Türkistan onlardan daha fazla Sünnî Müslüman, hattâ karındaş değil midir? İnsan değil midir Doğu Türkistanlılar?

DOĞU TÜRKİSTAN’I OSMANLI TÜRK’Ü GİBİ KUCAKLAMAK

Mustafa Armağan’ın 6 Mayıs 2006 tarihli mevkuf ve kapatılmış bir gazete yazdığı “Sultan Abdülaziz’in Doğu Türkistan’a Askerî Yardımı” adlı yazısı bir teselli oldu duygularıma. Şimdikilere bakarak, “nerede Osmanlı zamanı Türk tavrı?” demekten kendimi alamadım. Çin katliamına ve asimilasyonuna mâruz kalan karındaş Doğu Türkistan üstüne, dünyaya nizam verdiğimiz asırları hatırlayarak bir yüreknâme yazıp kalbimi zulüm gören Uygur Türklerinin, yâni Müslümanlarının yaşadığı her köşeye, Kaşgar’a, Urumçi’ye göndermek istiyorum.                                                                                                                        

Yıl 1873.  Doğu Türkistan Çin zulmü altında inlemektedir.  Güneşin doğduğu yerdeki, yani Doğunun son Müslüman milleti Uygurların lideri Yakup Han, yeğeni Hoca Töre’yi İstanbul’a nizam-ı âlemin padişahı Sultan Abdülaziz’e elçi olarak gönderir. Hoca Töre elinde bir mektupla huzura alınır. Mektupta, Yakup Han’ın, yeryüzündeki Müslümanların hâdim olan padişahın “engin kanatları altına sığınmaya geldiklerini, Çin istilası ile mücadele etmek için büyük hünkârımızın yardımına ihtiyacı olduğunu” belirten sözleri,  Sultan Abdülaziz’in yüreğinin üstünden geçer. Osmanlıcılık yozlaşmaya ve Devlet asıl zemininden kaymaya başlasa da dünyâya nizam veren muhteşem Osmanlı Türklüğünün İ’lâ-yı Kelimetullah dâvası kalbine düşer ve hüzünlenir. Güneşin doğduğu yerdeki karındaşımızın ülkesi Doğu Türkistan için askerî yardım hazırlıklarına başlanması için tâlimat verir.    

Kaşgar Çin zulmü altında ezilirken hiç durur muydu Osmanlı asırlarının Türkleri? Dünyanın neresinde mazlum millet ve ümmetdaşımız varsa, Osmanlı Türklerinin eli ve yüreği oradadır. Yakup Han’ın elçisi Doğu Türkistan’a askerî yardım yüklü bir Osmanlı gemisi ve teçhizatlı bir savaşçı takımı ile İstanbul’dan gönlü şâd, yüreği keskin bir şekilde ayrılır.

Hindistan’ın Bombay şehrinden sonra heyet, uzun bir kara yolculuğundan sonra Kaşgar’a varır. Türk heyetinin şehre varmasıyla şehirde sevincin göklere erdiği bir bayram havası başlar. Yakup Han, Osmanlı heyetini yüz pare top atışıyla selamlarken, Uygurlu Türk karındaşlar Osmanlı Türk heyetini gözyaşlarıyla karşılar.

Kâfilenin komutanı Yüzbaşı Ali Kâzım, dağlarına ve bitek ovalarına bakarak Kaşgar’ın bir Anadolu şehrinden farklı olmadığını anlar. Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı Kaşgar semalarında dalgalanmaya başlar. O günden itibaren Kaşgar câmilerindeki hutbeler yeryüzüne nizam veren,  Müslümanların ve Türklerin hâdimi Osmanlı Padişah’ı adına okunmaya başlar. Yüzbaşı Ali Kâzım, Kaşgar’da Uygur gönüllülerinden katıldığı bir topçu taburu kurar. Kurduğu birliğe de Nizam-ı Cedid adını verir. Nizami savaşı ve top-tüfek kullanma, mermi imal etme tekniklerini öğretir. Bu durumdan Çinliler rahatsız olur ve ezici gücüyle Doğu Türkistan’a saldırmaya başlar.

Büyük bir mücadeleye rağmen Osmanlı askeri Çinlilere esir düşer. Yüzbaşı Ali Kâzım ve arkadaşları zindana atılıp zincire vurulur. Ağır Çin işkencesi altında ölümcül günler başlar. Sırtlarında kamçı yarası ve açlıktan bir deri bir kemik kalırlar. Tırnaklarına demir iğneler saplarlar ve otuz üç gün işkenceye tâbi tutulurlar.  Yüzbaşı Ali Kâzım ve Osmanlı askerlerinin idamına karar verilir.  Zindanda elleri ve ayakları zincirlenmiş olan Yüzbaşı Ali Kâzım yaslandığı taş duvardan sırtını çekerken derisi yer yer kopar.  Ağır acılara rağmen dua için bir deri bir kemik kalmış ellerini Allah’a kaldırır:

“Allah’ım, Müslüman karındaşların ülkesine Sen’in rızan ile geldik. Mazlum karındaşlarımızın mücadelesine yardım için harp ettik.  Sen’in bizim için hayırlı kıldığın her şeye râzıyız. Şimdi Sen’in yardımına muhtacız” der ve devamını getiremez, yığılır kalır. Yeni atanan Vâli, idamlık Osmanlı askerlerini görmek için hapishaneye gelir. Vâlinin aslı nesli Doğu Türkistanlıdır.  Çocukken esir edilerek Çinliler tarafından eğitilmiştir. 

Esirlerin idam edilişlerine Vâli de eşlik edecektir. İdam öncesi esirlere son istekleri sorulur.  Ali Kâzım kendisi ve arkadaşları için iki rekât namaz kılma isteğinde bulunur.  Namaz kılma istekleri kabul edilir. Yüzbaşı Ali Kâzım imam olur, askerler arkasında saf tutarlar. Vâli, onların namaz kılışlarını dikkatle bakmaktadır. Namaz bittiğinde, Vâli, Ali Kâzım’ın yanına gelir, “Bu yaptığınız nedir?” diye sorar. O da “Müslümanların ibadetidir” der. Bu iki kelimelik ifadenin ardından Vâli “Babam da böyle yapardı” der ve sîmasına âdeta merhamet damarları hâkim olmaya başlar ve düşünceleri değişir. Vâli’nin kalp ve dimağından azıcık da olsa Doğu Türkistanlılık şuuru sâdır olur.  İdamın ertelendiği tâlimatını verir.

Bir zaman sonra Ali Kâzım ve arkadaşları İstanbul dönerler, fakat hâlâ zulüm çilesi dolmamıştır Doğu Türkistanlı karındaşların.  Osmanlı Türk ecdâdımızın yardımları büyük sultan Abdülhamid Hanın, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan Pekin Hamidiye Üniversitesi ile devam eder. O gün bugündür Doğu Türkistan’a bu iki Türk sultanının gönderdiği askerler gibi gidemedik. Ne acı değil mi?

    

Bozgun yıllarından sonra Batı’da ve Asya’da hükümferma olduğumuz zamanlar zihnimize üşüştükçe başımız hep öne düşüyor.  Sonra alıştık, izzet ve şerefle çekildiğimiz diyarlara ve Doğu Türkistan’a turist olarak gitmeye başladık, Çinlilerle ticaret hacmimizi artırmaya çalışıyoruz.

 

Fakat ne yazık ki, Doğu Türkistan’ın şanlı önderleri Yakup Han’ı, İsa Yusuf Alptekin’i, Osman Batur’u, Barat Hacı’yı ve geçen günlerde Çin cezaevinde hayatını kaybeden Hâfız Abdülkerim Abdulveli’yi unuttuk. Yuh olsun biz Müslümanlara!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.