İnsanlar televizyon seyrederek ölüyorlar

Ahmet Doğan İlbey

 

Her çağda sahte bir mabud çıkarmış. Modern-lâdinî çağın mabudu televizyondur! İnsanların zihinlerini telegram, yâni zihin kontrol işkencesine benzer bir tarzda yönlendirdiğini, düşünmemeye ve hazır malûmatçılığa alıştırdığını, reklâmlarla hattâ haberlerle idraklerini tanzim ettiğini kim inkâr edebilir?

Bu mabudun dini ve milliyeti yok; gayet laiktir. Herkese hitap eden bir kabiliyete sahip. Aynı anda dindar, modern, seküler, pozitivist ve ateist olmak özelliğine sahip. Her anlayışın dilini kullanır. Bazen mukaddesatçı dindar, bazen de liberal seküler olur. Dindarlığı da telkin eder, haşâ huzurdan zâniliği, yâni fahişeliği de…

TELEVİZYON LÂ-DİNÎ MODERN BİR MABUD…

Her hânenin nüfusuna dâhil olan bu sahte mabud aile fertlerinden biridir. Herkes onun karşısına geçerek büyülü ekranında kendini kaybetmek için işlerini çarçabuk bitirip en kıymetli vakitlerini öldürmeye hazırlanırlar.

İnsan insana sohbet de neymiş? Halleşme ve dertleşme de ne oluyormuş? Eşten, kocadan, çocuktan, dosttan, arkadaştan daha çok vakit ayrılan bir statüye sahip olan televizyon var hayatımızda. İradenin, duygunun, kimliğin, kişiliğin zedelenmesi demektir bu…

Âmâ üstad Cemil Meriç’in hülâsa ettiğimiz cümleleriyle, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir. Şuuru iğdiş edilmiş, okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icad edilmiş bir nevi afyondur. Televizyonu dinlerken şuurumuz yarı uykudadır; seslerin ve renklerin cümbüşü ile bir kat daha sarhoşlaşır ve kendimizden geçeriz. Bir kaçıştır televizyon. Boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı… Bu korkunç tiryakilik, kurbanını Batılılaştırmaz, batırır.

ŞUURSUZ KİTLELERİN “APTAL KUTUSU…”

Bu sözlerin üstünden otuz yıl geçti, televizyon şuursuz kitlelerin “aptal kutusu” olarak bağlılarının sayısını daha da artırıyor. Şuursuz insanlık çağlar boyunca bu kadar zeki, konuşkan, malûmatlı, yönlendirici, karşıdakinin yerine düşünen bir efendi görmedi daha.

Her meşrebe, zevke ve göze göre “görsellikler” sunar. İnsanı yormaz, düğmesine basmanız ve bir kanal seçmeniz kafi. Önünüzde kötülüğün beşere bulaşmış her türlüsü, ecinni taifesine benzer insan kılıklı yaratıklar, katiller, fahişeler, câniler, hırsızlar, soyguncular arz-ı endam etmeye başlar.

NAMAHREMİN GİRMEDİĞİ EVE TELEVİZYON GİRİYOR…

Ekmek istemez su istemez, evinizin bir köşesinde asude bir hâlde sizi bekler daima. Evin efendisi odur. Bin bir çeşit meziyete sahip. Alaaddin’in Lambası demode kalmıştır onun yanında. Şuursuz kalabalıkların sâdık ve vefalı dostu olarak neler vermez ki bu sihirli kutu; haber verir, belden aşağı hazlar verir, eğlendirir, uyuşturur, kalbi karartır, nefsi emmareyi okşar, cinayete sevkeder, katil yapar ve insanlıktan çıkarır.

Modern çağın mabudu olarak “Güç bendee!...” diyen televizyon şeytanın bile aklına gelmeyen program ve filmlerle insanlığınızı ve kalbinizi ifsad eder ki asıl vazifesi de budur. Küresel dünyada her şey bu mabudun ekranında cereyan eder. Siz sadece bakar ve uyuşursunuz. Kan dondurucu hâdiseler ve filmler karşınızdadır, seçip beğenmek size ait. Düşünmenize, kafanızı yormanıza, zihninizi bilgi çilelerinin kıymıklarına batırmanıza gerek yok.

O, sihirli cihaz olarak dünyada olup biten ne varsa odanıza taşır. Size rahat koltuğunuzda oturmak, gözleriniz ve aklınız kamaşarak seyretmek düşer. Namahremin girmediği hârim-i ismetiniz olan evinize en müstehcen görüntülerle, kâfir âdetleri ve hayat tarzıyla sorgusuz sualsiz girer. Onun sâyesinde bar ve pavyon evlere girdi. Dolayısıyla laiklerin ve berduşların gayr-ı ahlâkî, yâni modern mekânlara gitmesine de gerek kalmadı.

Bu mabudun düğmesine basıp açtınız mı biri diğerini kovalar; çirkinini, güzelini, hayırlısını şerlisini, dinlisini dinsizini, donlusunu donsuzunu görmemeniz mümkün değil. Yiğitlik düğmeye basmamakta...

Bu mabudun elindeki imkânı iyiye, güzele, din-i mübine uygun şekilde kullanmaya çalışan tesettürlü, müeddep kanallar ver elbette. Herkes evliya olmadığı için bir kanalda kalan nadirdir. Biraz sonra dekolte kadınların fuhşiyatından karelerin ve her türlü yüz kızartıcı görüntülerin yer aldığı kanalların düğmesine basılmayacağını kim garanti edebilir?

SİZ BİLMEZSİNİZ TELEVİZYON BİLİR…

Ailenin düşmanı ve gizli uyuşturucusudur. Asla güvenilmez. Üstüne üstlük akıl da verir. Hangi deterjanı, gofreti, sakızı, elbiseyi, yağı alacağınızı söyler. Çünkü siz bilemezsiniz neyi alacağınızı. Hangi siyasî partiye oy vereceğinizi de, hangi liderin daha isabetli olduğunu da o söyler.

Ayrıca zihninizi paketlemek, yâni yönlendirmek için “kişisel gelişim programları”, laik ve çağdaşlığa uygun sağlık ve gıda haberleri sunar. Zinhar bu sihirli kutuya muarız olmayın bendeniz gibi; câhil kalırsınız.

ZİHİN VE VAKİT DÜŞMANI…

Vaktin en büyük düşmanıdır. Televizyonun çaldığı zamanlar, ruz- ı mahşerde insanlardan dâvacı olacak. Bu şenî aletin vaktimizden, yâni ömrümüzden çaldığının hesabını nasıl ödeyeceğiz? Günde dört-beş saat bu sahte mabudu seyretmeyi bir şey sınmıyor andavallı insanlar. Saatler üst üste biriktikçe televizyon seyrederek biten bir ömür olur.

İşte böyle bir melânet özelliğe sahip televizyon. Bir araştırmacının ifadesine göre, seyredenlerin sayısı tehlikeli seviyede. Modern hayat tarzının hızla yayılmasıyla köy ve şehirlerde televizyon seyreden muhafazakâr ve mukaddesatçıların sayısı modern ve lümpenleri geçmek üzere.

Sohbetdaşlık kültürü hayli zayıflamış olacak ki kendi öz evlerinde, hattâ Huzurevleri’ndeki yaşlılar dahi ölüme beş kala televizyon seyrederek ölüyorlar…

Çatla ve dövün ey insan! Düşünmenin, sohbetin ve vaktin tahtını televizyona kaptırdın. Devir onun devri artık!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.