“İktidarda Kim Var?”

Ahmet Doğan İlbey

Semerkand dergisinin Aralık 2015 sayısında Ali Yurtgezen hocanın “Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “İktidarda Kim Var? yazısında siyasî iktidarlara ve seçimlere gösterilen heyecan ve önemin “beden ülkemizi yöneten kalp iktidarına gösterilmediği…” anlatılıyor ki Müslümanlar olarak gaflet dozumuz bin miligram… 

 

Sadece ülkemiz değil, bütün İslâm âleminin had safhada siyasî iktidarlara gösterdiği önemi “kalp iktidarına göstermediğini, nefsin iktidarına meyledip yenildiğini” öğreniyoruz bu kuvvetli ikaz edici yazıdan. Yüreğimizi toplayarak hep beraber okuyalım:

 

“Seçimler de ‘iktidar’ ‘muhalefet’ patırtısı arasında mühim bir sorumluluğu ifa ettiğimizi düşünürken gözden kaçırdığımız önemli bir nokta var. Ülke yönetiminde bir iktidar tercihi yaptık ama kendi bireysel iktidarımızı kime teslim ettik? Siyaset alanına hapsettiğimiz iktidar ve muhalefet kavramlarının kendi hal ve gidişimiz için ayrıca tanımlamaya ihtiyacımız var. Böyle baktığımızda asıl meselemizin ‘beden ülkesi’ iktidarı olduğunu fark edeceğiz.”

 

“Hâl böyleyken daha dar ama en önemli alanlardaki iktidar tercihlerimizde, siyasî seçimlerdeki hassasiyeti göstermiyoruz. Gündelik hayatımızda fert olarak kimin yahut neyin iktidarına tabi olduğumuzu, neye yahut kime muhalefet ettiğimizi çok da umursadığımız söylenemez. Sorumluklarımız arasındaki öncelik sonralık sıralamasını gözden kaçırmış gibiyiz.”  

 

“Oysa bizim bütün sorumluluklarımız öncelikli olarak kendi nefsimizle alakalıdır. Nefse karşı sorumluluğumuz, aile efradımıza, yakın çevremize, memleketimize, ümmete, nihayet bütün insanlığa dair sorumluluklar hâlinde giderek genişler. Bu nedenledir ki öncelikli olanın ihmali, sonraki sorumluluklarımızı yerine getirirken yaptığımız tercihlerin sıhhatini olumsuz yönde etkileyecek, gayretimizi heba edecektir.”

 

“Esasen memleketi yahut dünyayı düzeltmek adına seçim atmosferinde sergilenen abartılı gayretleri, kendimizi ve yakın çevremizi ıslah sorumluluğundan kaçıp bir kolaycılığa meyletmek gibi okumak da mümkündür.  Nitekim çoğu zaman ülke yönetimiyle ilgili sıkıntılar azalırken, insanların hallerinde olumlu istikamette ve beklenende düzeyde pek bir değişim yaşanmadığı gözlenmektedir.  Bunda iktidar muhalefet kavramlarının siyasete indirgenerek anlamca daraltılması yanında, bizim yönetimini belirlemekle mükellef tutulduğumuz ‘vücut ülkemiz” den bihaber oluşumuzun da payı var. Evet, kendi vücut yahut beden ülkemizde kimin hüküm süreceği, tutum ve davranışlarımıza hangi ölçülerin yön vereceği bizim tek tek fertler olarak en öncelikli sorumluluğumuzdur. Hatta dünya imtihanımız bundan ibarettir bile denebilir.”

 

“BEDEN ÜLKESİ”

 

“Muallim Feyzi Efendi, daha ziyade bir Hacı Arif Bey bestesi olarak tanınan Naat-ı Şerif’in başında Rasul-i Ekrem s.a.v.’e hitaben şöyle seslenir: ‘Vücûd ikliminin sultânı sensin / Efendin derdimin dermânı sensin.”

 

‘Vücût iklimi’, vücut yahut beden ülkesi demek. Aslında insan vücudunun bir ülkeye benzetilmesine âşina olmamız lâzım. Pek çok İslâm âliminin eserinde karşılaşılan bir benzetme bu. Bu benzetmeye göre kalbimiz vücut ülkemizin yönetim merkezidir.  Orada kimin hâkimiyeti varsa, kim iktidardaysa; yönetilenlere benzetilen el, ayak, göz, kulak gibi organlar onun emir ve tâlimatı bu organlara gereğini yapmaları için irade, niyet, karar, duygu ve düşünce hâlinde tebliğ edilir.”

 

“Zira iktidar, sevk ve idare etme, yönlendirme, bir şeyi yaptırma yahut bir şeye engel olma gücüdür. İnsanın duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını yaradılış maksadına uygun, Allah Tealâ’nın rızası istikâmetinde yönlendirecek bir gücü iktidara getirmesi, kalbinde hakkı hâkim kılması gerekir. Bunun için önce kalbini ‘cihad-ı ekber’le yani büyük cihatla fethetmesi, sonra da yabancıların tasallutunu önlemek için muhafazaya çalışması gerekmektedir. Bunu yapmadığı takdirde kalp nefsin ve şeytanın işgaline uğrar, insanı günaha sevk eden bir iktidarın eline geçer. Rasulullah Efendimiz s.a.v., ‘İnsan vücudunda bir et parçası vardır ki o iyi ve sağlam olursa bütün vücut iyi ve sağlam olur. O bozuk olursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin, işte o et parçası kalptür.” Buyurmak suretiyle bizleri bu hususta uyarmıştır.”

 

İNSANIN İKTİDAR MÜKELLEFİYETİ: HİLAFET

 

“…İnsan, kendisine hilafet veren Cenab-ı Mevlâ’nın nizamını, yeryüzünde olduğu gibi, beden ülkesinde de tesis etmekle mükelleftir. Bu mükellefiyet iktidar salâhiyetini, iktidar salâhiyeti de güç ve imkânı gerektirir. Hak Tealâ insana öğrenme, düşünme, akletme yapabilme kabiliyeti verip indirdiği Kitap ve gönderdiği Peygamber ile yol göstererek bu güç ve imkânı fazlasıyla ikram etmiştir. Dolayısıyla şu veya bu sebeple ‘Ben kendimi yönetme hususunda muktedir değilim’ demek, âkil ve bâlig bir için asla mazeret olamaz.”

 

“KALBİN İKTİDARI”

                                                                                                      “Cenab-ı Mevlâ ile her dem zikirle O’nu hatırlamak, her hareketimizde O’nun rızasını gözetmek demektir ve kalple sağlanır. Rabbanî bir latife yahut mânevî bir cevher olan kalp, hem imanını mahalli hem de ilahî tecellilerin mazharıdır. İnsan kalbiyle idrak eder, bilir, tanır, inanır. Aklın, ilmin, marifetin, hikmetin ve muhabbetin kaynağı kalptir.”

 

“Fakat bütün bunların ortaya çıkması, kalbin ‘kalb-i selim’ olmasına bağlıdır. Kalb-i selim, diri ve masivadan arındırdırılmış bir kalptir. Vücût ülkesinde hüküm sürmesi gereken iktidar, müminin hakikati olması hasebiyle ‘Allah’ın evi’ kılınan böyle bir kalbin iktidarıdır. Kalbin iktidarı, vücut ülkesine hak, adalet, huzur, istikrar ve istikâmetin gelmesidir. Ne var ki bu hâkimiyet veya iktidarı bir kere tesis etmek yetmemektedir. Devamı için muhafazasına itina gösterilmez, Beytullah kılınan kalbin haremine yabancıların girmesine izin verilir, nefse ve şeytana muhalefet edilmezse elden gider.”

 

“ER KİŞİ OLMAK GEREK”

 

“….Vücût ülkesinde iktidarı gasp etmek için pusuda bekleyen nefsi yenmek er kişinin kârıdır. Rasul-u Ekrem s.a.v. ‘Er kişi hasmını yenen değil, öfkesine hâkim olarak nefsini yenen kişidir.’ buyurmuştur. (…) Nefsi yenmek, onu terbiye ederek kalb-i selimin iktidarına itaatkâr hâle getirmektir ki, zor iştir. Hem nefsin kolayca yola gelmemesi, hem de yola geldikten sonra bile fırsat kollayan, şerrinden emin olunamayan güvenilmez tabiatı sebebiyle zordur. Onun için nefse girişilen mücadeleye ‘cihad-ı ekber’ denilmiştir.”

 

“NEFSİN İKTİDARI”

 

Vücût ülkesinde kalbin iktidarını sağlamak da korumak da büyük çaba ister. Nefse ağır gelen bir çabadır bu. (…) Nefs dedğimiz, beşeriyetimizin bu dünyaya dair meşru sınırları aşan arzu, emel, meyil ve duygulardır ki bizim bir yanımızdır. Vücût ülkesinde d,ğer yanımızla, yani âdemiyetimizle ve onun merkezi olan kalbimizle sürekli bir iktidar mücadelesi verir. Nefsin beşer tarafımıza cazip gelen teklifleri vardır. Dünyalığı, anlık hazları, konforu, ölçüsüz tüketimi, yasaksız bir başıboşluğu vaat eder….

 

“MİHNETSİZ İMTİHAN OLMAZ”

 

“Büyükler, insanı ebedi helâke sürükleyen böyle bir nefs iktidarının farkına varılması için öncelikle tefekkür etmeye ve nefs muhasebesi yapmaya çağırırlar. (…) Müslüman ancak bu merhalede kalb-i selimin iktidarıyla muktedir olur. Muktedir olmak nefse muhalif olmaktır. Mihnetli iştir. Fakat nefsanî hazlara itibar etmeyip mihnete talip olmayınca dünya imtihanından yüz akıyla çıkmanın başka yolu da yoktur. İmtihan değimiz şey mihnete katlanmaktamn ibarettir çünkü.”

--------------------------------------

 

DOSTLAR BİZE ZARF ATMIŞLAR

 

Ey azizan!

İnsan ki bazen zayıftır, beşer tarafı tutar ve aslî vazifesi olan dost sohbetlerinden, fikrî meselelerin teati edildiği meclislerden âri kalır.

Fakir de şu sıralar pek ağır maişet mesaisi dolayısıyla yetişemediği sohbet ve fikir teatilerinden geri kaldığı oluyor.

 

Teşrik-i mesai eylediğim halk, avâm ve dahi akrabalar şahittir ki zaman fırsatı tanımayan ağır mesai eylemek icap eden işyerindeki vaziyetim, din gibi sevip inandığım fikir ve irfan sohbetlerine her daim iştirak etmeye mâni teşkil etmektedir ki bendeniz bundan târif edilmez bir dozda rahatsız ve mutazarrırım. Ne yapalım; bir dostun ifadesiyle “rıza makamı vardır, râzıyız…”

 

Hâl böyleyken,  iki güzel ve fikirli dost İsmail Göktürk ve H. Ahmet Eralp, fakir hakkında mükâlemede bulunmuşlar. İsmail Göktürk dostumuz fakire zarf atıp seferden geri kaldığımı, seferlere katılmakta geç kalıp hattâ imtina ettiğimi, dahası yaşlandığımı ima etmiş ve H. Ahmet Eralp dostum da    (hocası olmasına rağmen) onu tekzip etmeden fakiri savunup umudunu kesmemiş. İki dostun da canları sağolsun. Ne dedilerse başımın üstünde yeri var. Gönderdikleri zarftan dirilircesine ders aldım:

 

“İsmail Göktürk: Ne yapak karar verin. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir mi diyelim
Ahmet Eralp: Başka çare yok gibi hocam, Dostun Davetine Zaman Olmaz
demekten yeğdir.

İsmail Göktürk: Seferim var Gürcistan'a
Benim ile göçen gelsin
İnmesin namert meydana
Candan serden geçen gelsin
Ahmet Eralp: Ahmet Abisiz sefer mi olur? Hüzünsüz göçe hazırlık mı olur? Canımız sefere serimiz göçe feda olur
İsmail Göktürk: Hani koç Köroğlu hani
Dost ile düşmanı tanı
Kılıcından akan kanı
Şerbet edip içen gelsin
Aha bunu da Ahmet beye iletesin
Ahmet Eralp: Tamam hocam
İsmail Göktürk: Bir gün kocayınca ben devrimciyim diyenlere sesleniriz
Karlı dağların ardından
Yel olup estiğin var mı
Tek başına bu çöllerde
Ordular bastığın var mı
Kargıyı ucundan salla
Düşman deme eyvallah
Her taraftan üç beş kelle
Terkiden astığın var mı
Köroğlu söyle şanından
Kuş uçurmaz divanından
Avuçla düşman kanından
Doldurup içtiğin var mı

-Ahmet abi koca bey gibi seslenebilir mi sence bize:
Aldı Koca Bey:
Senin o tektirin bize abestir
Bu yiğitlik sana kimden mirastır
Eğer ki kulluğan verirsen destur
İnan üçten beşten senden
Geride kalan değilem oğul oğul
Kavga görmeyince açılmaz aynım
Benimle beraber Mustafa kaynım
Eğer ki kavgada kızarsa beynim
İnan üçten beşten senden
Geride kalan değilem oğul oğul
Koca Bey'em çok diyarlar gezmişem
Nice nice alayları bozmuşam
Bin kelleyi bir cidaya dizmişem
İnan üçten beşten senden
Geride kalan değilem oğul oğul
Ahmet Eralp: Gönül seslenir demek ister amma
İsmail Göktürk: Böyle işte. Aslında sonunda diyeceğimuz şudur
-Acep şu yerde var mı ola
Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı, gözü yaşlı
Şöyle garip bencileyin
Gezdim Rum ile Şam'ı
Yukarı elleri kamu
Çok istedim, bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Bendeler garip olmasın
Firkat oduna yanmasın
Hocam kimseler olmasın
Şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler
üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Söyler dilim ağlar gözüm
Gariplere göyner özüm
Meğer ki gökte yıldızım
Ola garip bencileyin
Nice bu dert ile yanam
Ecel ere bir gün ölem
Meğer ki sinimde bulam
Şöyle garip bencileyin
Emrem Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şare
İste garip bencileyin
Meğer ki sînimde bulam şöyle garip bencileyin.
Ahmet Eralp: Gençliğimi, enerjimi, sıhhatimi ve delikanımı Ahmet abiye
verebileydim de şu mübarek nidalarınızı karşılıksız bırakmaya inşallah.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.