İdrakimize vurulan Atatürkçülük zincirini ne zaman kıracağız?

Ahmet Doğan İlbey

“Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, Heyet-i Temsiliye ve ardından İlkMeclis’in kürsüsünden din-i İslâm şiarıyla yapılan Millî Mücadele boyunca daima         “Bu mazhariyetten dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ü senâ ederim” diyen, Kur’ân okutarak Meclis’in açılışını yapan, ardından Hacı Bayram Veli Câmii’nde namaza katılıp, kendi ifadesiyle “Vatan-ı İslâmiyye” için dua eden ve “İstiklâl mücadelemizde inâyet-i samedisini Türk milletinden esirgemeyen Cenab-ı Hakk’a hamd ü senâ etmeği aslâ unutmayalım. Bizler meşrû olan dâvamızda Vatan-ı İslâmiyye inâyet-i ilâhiyeden hiçbir zaman ümidimizi kesmedik…” diyerek İstiklâl Harbine önderlik eden M. Kemal Paşa’ya kimsenin itirazı olamaz.

 

Amma ki, son günlerde M. Kemal’in ikinci dönemi olan pozitivist-seküler-agnostik duruşu üzerinden “Yanılmaz bir sistem ve düşünce: Atatürkçülük” çığırtkanlığının ülke gündemini işgal ettiği malûm. O hâle getirildi ki, Cumhuriyet Gazetesi yazarı bir hanım kişi bir televizyonda “Atatürk benim ilahımdır tapıyorum…” diyerek skolastik bir zihniyetin tekrar hortlamasına yol açtı. “Hür düşünce, ilim ve eğitim…” diye çağa mesaj verenlerin gencecik dimağlara tek adam ikonu telkin etmesi son derece ilkel ve çağdışı… 

 

Bu ülkede Atatürkçülük zincirine beyinlerinden bağlı bürokratik güçlerle bu zincirin Türklük ve Cumhuriyet’in kendisi olduğuna inanan zavallılar var.

Bu ülkede Atatürkçülük zincirinin “millî” bir zincir olduğunu zanneden statükocu milliyetçi kafalarla, Atatürkçülük zincirine vurulduğunu fark etmeyen nâdanlar var.

 

Ulusalcılar, solcular, laikçiler, modernler ve benzerleri Atatürkçülük zincirinden kurtulmak istemeyen, Atatürkçülük tapınağında öğrendiklerini tekrarlayan bir sürüdür.

 

Atatürkçülüğün karanlığına bir uyuşturucu müptelâsı, bir yarasa gibi alışmış ve beyinleri Atatürkçülük ayinleriyle sulanmış bu ideolojik köleler pozitivist ve lâ-dinî Cumhuriyetin karanlığından geldiler ve bu karanlıkta yaşamakta ısrar ediyorlar. Aldandıklarını, aldatıldıklarını ve hakikati anlamaya mecalleri yok.

 

Boyunlarında sağcı, solcu, ulusalcı, Kemalist, liberal künyeler olan bir kısım partici, dernekçi, sivil kuruluş, akademisyen, yazar ve televizyon allâmeleri, “Atatürkçülük beyazdı, maviydi, sarıydı, sertti, yumuşaktı...” iddialarıyla Atatürkçülüğü devletin ve milletin kendisiymiş gibi başı ve sonu yanlış olan bir ideoloji üstüne tartışıyorlar.

 

Farklı görüşler ileri sürüyor gibi görünseler de hepsi de iddialarında Atatürkçülüğü esas almaktadır. Onların bu durumu Cizvit papazlarının tartışmalarına benziyor. Okuyanların bildiği bir hâdise:

 

ATATÜRKÇÜLÜĞE GÖRE ATIN AĞZINDA KAÇ DİŞ VAR?                                                

Ortaçağ Paris’inde papazlar “atın ağzında kaç tane diş olduğunu?” tartışmak üzere bir kilisede toplanırlar. Rahatsız edilmemek için kilisenin kapılarını kapattırıp nöbetçiler dikerler. Birkaç gün geçmesine rağmen kapılar açılmaz ve tartıştıkları “önemli mevzuda” bir türlü anlaşmaya varamazlar. Çünkü “Atın ağzında kaç tane diş olduğu İncil’de bildirilmemiş.”

 

Genç bir papaz, “Tartışmaya son verecek kolay bir çözüm var, dışarıya çıkıp bir at bulalım, ağzını açtırıp kaç tane dişi olduğunu sayalım” diyor. Kıdemli papazlar, “İncil’de bildirilmeyen bir bilginin gerçekliği kabul edilemez” diyerek onu aforoz ederler.

 

ATATÜRKÇÜLÜKTEN ÖNCE BİR ÖNCE YOK, ATATÜRKÇÜLÜKTEN SONRA BİR SONRA YOK

Atatürkçülüğü esas alarak tartışan her grubun hareket noktası, papazların hareket noktasına benziyor ve “Atatürkçülükte bu var mı yok mu?” tartışması yapıyorlar. Atatürkçülüğü devlet ve millet kimliğimizi belirleyen temel ölçü olarak görenlerin bu tartışmaları utanç vericidir. Beyinlerinden zincirlenmiş olan bu zümrelere göre Atatürkçülükten önce bir önce yok, Atatürkçülükten sonra bir sonra yok.                                                                                   

       

ATATÜRKÇÜLÜK MAĞARASINA ZİNCİRLENENLER

Atatürkçülük lâdinî ve pozitivist bir “mağaradır. Millî değerlerimizi, millet ve devlet kimliğimizi bu mağaranın kavramlarıyla anlamaya ve telif etmeye çalışanlar, hakikati bu mağaranın duvarlarındaki tâgutî gölgelerde arayanlar Atatürkçülük zinciriyle bağlanmış zihin köleleridir.

 

Beyinlerinden zincirlenmiş bu sürüye göre Atatürkçülük, menşeimizin umdeleri ve necip Türk milletimizi meydana getiren esaslardır. Oysa Atatürkçülük idrakleri iğdiş edilmiş, varlığını bu sun’î ideoloji üzerinden açıklamaya çalışan zümrelerin ikonudur.

 

Atatürkçülüğü milletin yeniden doğuşu ve tecdidi gibi görenler, devletin ve milletin varoluşuna dair her meselenin çâresini bu ucube ideolojide arayanlar bu ülkeye en büyük zarar veren eblehlerdir.

 

Solcuların karşısında görünüp, fakat bu güruh gibi Atatürkçülüğe sarılarak Türk Devleti’ni bu indî ideoloji ve ilkelerle târif eden, millet oluşumuzu ve millî kimliğimizi Atatürkçü kavramlarla açıklamaya çalışan bir kısım statükocu “İslâmcı” ve “milliyetçiler” de İslâmî köklerimize bağlı yolun önünü en az solcular kadar kapatmakla vebâl altındadırlar.

 

ATATÜRKÇÜLÜĞÜN ORTASI DA KENARI DA BİRDİR

Farklı kutuplarda durduğunu sanan herkes bu zararlı ideolojinin ortasında da son kenar çizgisinde de olsa, Atatürkçülüğü reddetmedikçe Atatürkçülük lekesi taşımaktan kurtulamaz. Çünkü Atatürkçülüğün ortasında ve kenarında olmak mahiyet farkı arz etmez.

 

Türk târihini Osmanlı-İslâm asırlarından koparıp Hitit ve Sümerlerde, Mu efsanesinde arayan, Hakk’a tapan Türk milleti hüviyeti ve İslâm medeniyetimizi “redd-i miras” ederek bizi Garbın pozitivist “uygarlığına” bağlayan Atatürkçülük zincirini ne zaman kıracağız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.