Hayat yavaştı yavaş yaşardık eskiden

Ahmet Doğan İlbey

Hayat yavaştı yavaş yaşardık modern olmadan önce. Hız nedir bilmezdik. Yavaş yaşandığı için dünya eskiden güzeldi. Hızlı yaşandığı için modern dünya çirkin ve gürültülü.

Yavaş yaşamalıydı Müslüman. Dinimiz emrettiği için ceddimiz yavaş yaşardı. Çünkü yavaş hayat Müslümanca hayattı. Gün doğumundan gün batımına kadar Allah’ın her gününü yavaş yaşadıkları için âsûde ve huzurlu olurlardı.

Yunus Emre yetmiş iki millete bir göz ile bakmayı, gönüller yapan dervişliğini yavaşlığın dergâhında kazandı.

Hacı Bayram-ı Veli yavaş hayatın huzur ü sükûn ikliminde yetiştirdi müridlerini.

Mimar Sinan yavaş yaşadığı için hayâl ve tasavvur etti yavaşlığın ve sükûnetin muhteşem eserlerini…

YAVAŞ YAVAŞ ÖLMEK İSTİYORUZ

Hızlı, yâni modern hayat kanserden daha öldürücü bir düşman; insanı insanlıktan çıkarıyor. Bir insan düşünün, ağır maişet mesaisine yetişmek için hızlıca kalkıyor, def-i hâcetini hızlıca yapıyor, hızlıca giyiniyor, yemeğini çok hızlı yiyor, dolayısıyla her defasında hıçkırık tutuyor. Dakikalar bitmek üzere,

asansör her defasında olduğu gibi geç geliyor. Yola iniyor, fakat karşıya geçmesi gerek. Caddede hızlıca seyreden arabalar kafilesinin ardı kesilmek bilmiyor. Tükenen dakikalar napalm bombası gibi beynine beynine iniyor. Adam, “ah, bol zaman!” diyerek inliyor ve olduğu yere çöküyor…

Bu insanı ne kurtarabilir? Yavaş hayat…

Modernliğin başımıza belâ ettiği hız kültüründe yavaşlığa yer yok. Hazret-i insan olarak biz yavaş yaşamak, yemeği yavaş ve telâşsız yemek, def-i hâcetimizi yavaş yapmak, abdestimizi yavaş almak ve yavaş yavaş ölmek istiyoruz…

HIZLI HAYATIN KALBİ VE İRFANI YOK

Hızlı hayatın kalbi ve irfanı yok. Hız toplumu durup düşünen, dinleyen, sâkin bir toplum değil, sükûnetini yitiren asabi ve bencil bir güruh…

Batı medeniyetinin ürettiği modern hız toplumu hızla büyüyor. Yeni bir hastalık ve tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu canavar tıpla, tüfekle durdurulacak bir canavar değil. Devlet ve toplum çapında başlatılacak yavaş hayat inkılâbıyla yok edilebilir ancak. Çâre: Yavaşlığın ve sükûnetin sesi İslâm medeniyeti...

HIZLAN ACELEMİZ VAR!

Küresel hız hayatımızın her karesini kuşattı artık. Hâne halkıyla görüşmeler hızlı, akraba ziyaretleri hızlı. Tâziye ve hasta ziyaretlerimizi hızlıca yapıyor, bir başka yere yetişiyoruz. Câmiden olabildiğince hızlı çıkıyor, namazın sünnetleri tehir ediliyor, zamm-ı sûreler bire indiriliyor, tesbihat olmasa da olur. Çünkü acelemiz var.

Dijital haberleşme araçlarıyla ferman buyurduğumuz lokanta yemeği en hızlı şekilde ulaştırıyor. Çünkü yemek en hızlı şekilde gelmeli ve yenmeli. Acelemiz var! Ecdâdımızın “yavaş yavaş yiyin” nasihatini bilmiyor hız çağının nesli…

Hız çağının mabudu reklâmlar hızlı olmayı telkin ediyor: “En hızlı arabaya, en hızlı cep telefonuna sahip olmak için hızlı davran!” Ne kadar hızlı olursan o kadar çok kazanma şansın var. Yavaş davrananlar, yavaş mekânlar hızlı hayatın saldırısıyla defterleri bir bir dürülüyor…

Modernizmin çocuğu teknolojiden sâdır olan hızlı hayata göre hızlı olan verimlidir. Hız ağının dışında kalmak fırsatları kaçırmaktır. Bundandır hız kültürünün ifsad ettiği toplum fazla verimlilik için daha da hızlanıyor, ruhunu dinlemekten, tefekkür etmekten kaçıyor.

Hız çağı yavaş konuşana da izin vermiyor, her şey hızlı konuşulmalı! Atalarımızın, zihnî ve ruhî ahengimizi sağlayan “Tane tane konuşun” öğüdünü silindir gibi ezip geçti hızlı hayat.

“HIZ BİR UYUŞTURUCUDUR”

Prof. Dr. Kemal Sayar, “Yavaşla!” kitabında daha hızlı sloganlarına kulaklarımızı kapatmamızı, hızın bir uyuşturucu olduğunu, ruhumuz için yavaşlamamızı, ahlâkı, merhameti, vicdanı hayatımıza katmak için hızlı olan her şeyi reddetmemizi, şifayı durup dinlenmekte, yavaşlıkta aramamızı söylüyor.

Ali Yurtgezen hocanın “Namaza Durmak” yazısının idrakleri sarsıcı kelimesi “Durmak” fiilini hayatımızın bütününe teşmil etmeliyiz: “Durmak gerek, durmayınca durulamazsınız.” Durmak, insanın fıtratına yaraşır müthiş bir fiil. Ah, durmak!

Hayatının her karesinde hız bağımlısı olan Müslümanın ders çıkaracağı bu yazısında “tevakkuf etmeyen”, durmayı unutan insanı târif ediyor ki kendimiz, biziz bu insan:

“Modernizm veya ‘çağdaş uygarlık’ tüketmeyi, kazanmayı, bunun için durup dinlenmeden koşturmayı gerektiren bir anlayış. Modernizmin inşa ettiği insan tipi, mütemadiyen hareket ederek, telaş ve endişe ile oradan oraya koşturarak, kendini çağın hızına kaptırıp sürüklenen, nefes nefese koşuşturmaktan ‘Peki ya sonra?’ diye sormaya fırsat bulamayan, hiç durmadan çalışmak, kazanmak ve tüketmek zorunda olan bir makine.”

HIZLI HAYATTA GÖNÜLLER YAPMAĞA VAKİT YOK

Hız çağının yok ettiği mukaddes bir kıymet: Vakit... Kimsenin vakti yok. Modern teknolojinin en hızlı arabalarıyla daha hızlı gitmemiz gerek. Çünkü vaktimiz az, işimiz çok! Oysa Müslümanca hayatın sırrı ve gayesi sükûnettir, yavaşlamaktır…

Hızlı hayatta gönüller yapmağa vakit yok. Hızlandıkça birbirimizden kopuyor, daha da parçalanıyoruz. Hayatımız daha da seküler hâle geldiği gibi, ruhî yabancılaşma artırıyor, mensubiyet şuuru zayıflıyor.

Yüz yüze olmayı engelleyen de bu musibettir. İnsanlar birbirinin gözüne bakmadığı, birbirini yeterince dinlemediği için muhabbet hâsıl olmuyor, herkes birbirine nesne gibi bakıyor.

Yavaş hayatı özledik. Telâşsız ve acelesiz hayat nerede, bilen var mı?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.