Şehrin orta yerinde, Mercimek Tepe’de oluştu. Belediye Meclisi’nin 08.03.2000 tarihli oturumunda alınan 1/11 sayılı kararla bazı mahalle sınırlarının değiştirilmesi ve yeni mahalleler oluşturulmasına karar verilmişti. Bu kararla Yunus Emre ve Karacaoğlan Mahallelerinden bölünen kısma Abdulhamit Han Mahallesi ismi verildi. Mahallenin güney sınırının Sultaniye Sokak ile başlayıp Enez Sokak’la devam etmesi, doğu sınırının Çelikhan Sokağa birleşmesi, kuzey sınırının Senem Ayşe Caddesine birleşmesi, batı sınırının 8. Sokak olarak tespitine karar verildi.
Doğusunda Orhan Gazi Mahallesi ve Mevlana Mahallesi, güneyinde Karacaoğlan Mahallesi ve Sümbüllü Mahallesi, batısında Piri Reis Mahallesi ve Yunus Emre Mahallesi vardır. Abdülhamid Han Cami, Süleyman Demirel İlköğretim Okulu, Kahraman kent Koleji ve Belediye Başkanlık Konutu mahalle sınırları içerisinde yer almaktadır.
Mahalleye ismi verilmiş olan Sultan II. Abdülhamit Han Osmanlı padişahlarının 34. Ve İslam halifelerinin 99.’sudur. Babası; Abdülmecid Han, annesi; Tir-i Müjgan Sultan’dır. 21 Eylül 1842’de doğup 10 şubat 1918’de vefat etmiştir.
Çok iyi bir tahsil görerek dini ilimleri ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han’ın tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti’nde idareyi ele geçirin bazı paşalar, V. Murat’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız Meclis-i Mebusan’ın çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han’ın 1876’da sultan ilan ettiler.
Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit’te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine, 23 Aralık 1876’da Birinci Meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan’ın ilk işi Rusya’ya harp ilanı oldu. 93 Harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan İstanbul’a göç etti. Mütareke isteyen Sultan Abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren Meclis-i Mebusan’ı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastefanos Antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum’u kaybediyordu. Ancak İngiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs’ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı’nda kaybedilen toprakların bir kısmını kurtarmış oldu.
Abdülhamid Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti’ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalade bir kudretle yönetti. Düyun-u Ummumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsi parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı. Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Girit’te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan’a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan’ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular.
Yahudilerin Filistin’de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı. Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silme tekliflerini reddetti. Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi. Filistin topraklarının Yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı. Doğu Anadolu’da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ederek Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.
Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirmeden Osmanlı Devleti’ni parçalamanın mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultan’ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler. Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen kabul ettiler.
Bu arada Padişah’ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen Batılılar, İttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyeti ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vakası sebebiyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından 1908’de tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik’e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 Şubat 1918’de Beylerbeyi Sarayı’nda vefat eden Abdülhamid Han’ın naaşı Çemberlitaş’ta dedesi Sultan II. Mahmut’un türbesindedir.
II. Abdülhamit Han’ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akıl ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatılmaktadır. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen Ortadoğu’da hala huzur tesis edilememiştir.
Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdat
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Nerdesin Şevketlim, sultan Hamid Han?
Feryadım varır mı barigahına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tahkire yeltenen tac-ü tahtını,
Denedi bu millet kara bahtını;
Sınad-ı sillenin nerm ve sahtını,
Rahmet et sultanım suz-i ahına.
Tarihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi padişahına.
“ Padişah hem zalim, hem deli’ dedik,
İhtilale kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz ‘beli’ dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Divane sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürük atalar kıblegahına.
Sora cinsi bozuk, ahlakı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zina?
Yuh olsun bunların ham ervahına!
Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliama kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
Bir asi zabitin pis külahına.
Bugün varsa yoksa ……………..,
Şöhretinde herkes fuzuli dellal;
Alem-i mana’dan bak da ibret al,
Uğursuz taliin şu gümrahına.
Haddi yok, açlıkla derde girenin,
Sehpa’yı kazaya boyun verenin.
Lanetle anılan cababirenin
Bu, rahmet okuttu en küstahına.
Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin beladan nasibi vardır,
Selametle eren pek bahtiyardır.
Bu şeb-i yeldanın şen sabahına.
Milliyet davası fıska büründü,
Rida-yı diyanet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla asi göründü,
Hem peygamberine, hem Allah’ına.
Sen hafiyelerle dem sürdün ancak,
Bunlar her tarafa kurdu salıncak;
Eli, yüzü kanlı bir sürü alçak,
Kemend attı dehrin mihr –u mahına.
Bu itler nedense bana salmadı,
Bahalıydı başım kimse almadı,
Seyrandan başkaca iş de kalmadı;
Gurbet ellerinin bu seyyahına.
Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin,
Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin,
Deccal’ a dil çalan böyle milletin,
Bundan başka çare yok ıslahına.
Lakin sen sultanın gavs-ı ekbersin
Ahiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şahını mededhahına.