Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Devlete soru soran kitap: “Neden Klasiklerimiz Yok?”

Başucumuzda bu kez, bugün de dâhil, gelmiş geçmiş bütün Cumhuriyet hükümetlerinin cevabını veremeyeceği, vermekten âciz kalacağı suallerle dolu “Neden Klasiklerimiz Yok” kitabı var. Kitabın başlığından başlayarak beş bölümde toplanan yazılarla Cumhuriyet Devleti’ne ve hükümetlerine soruyor bu suali…

Yakın tarihimizin “Kırkıncı odası” na kadar giren değerli kitapların ve Büyük Türkçe Sözlük gibi kelimelerimizin asliyetini yeniden öğrenmemize vesile olan nice kitapların müellifi ve Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı D. Mehmet Doğan’ın “Neden Klasiklerimiz Yok?” kitabı (Yazar Yayınları, Ankara, 2016) Millete rağmen ilân ettirilen Cumhuriyet Devleti’nin çizgisini aşamayan idareci, ilmiye ve üdeba sınıfına çok ağır sorular soruyor.

Bu zevata, Türk edebiyatının ve düşüncesinin klasikleri nelerdir diye sorulsa, mahcubiyet duyulacak cevaplar geleceği muhakkak. Bununla kalmıyor, ciddiyetle üstünden durulmayan klasiklerimiz hakkında bu saha ile ilgilenen herkese tenkitler ve teklifler sunuyor.

Bin yıllık İslâmlaşmış irfanımızdan sâdır olan klasik eserlerimizi yok sayıp Batı’nın lâ-dîni ve pozitivizm kokan “klâsiklerini” tercüme ettirerek ilkokul dâhil bütün okullarda okutulması için tâlimat veren Atatürkçü-lâik Cumhuriyetin

sözde millî eğitim ve kültür siyasetinin zihnimizi nasıl yabancılaştırdığını anlatıyor.

Bu Cumhuriyet ki, Osmanlı-İslâm asırlarında iktisab ettiğimiz irfanımız ve medeniyetimizin klâsiklerini “resmî ideoloji” gereğince mekteplere sokmadığını, dolayısıyla nesillerin hafızasına ilim, hikmet, şiir, mûsiki gibi değerlerimizin girmemesi için zulme varan şenî politikalar uyguladığını bilmeyen yok.

Kültür ve eğitim anlayışıyla yönünü Batı’ya çeviren Cumhuriyet Devleti’nin temel eserler adı altında zihnimizi mankurtlaştıran yabancı klasiklerle yeni bir kültür kimliği oluşturmak istediği belli. Dayatılan klasiklerin musikisi gönlümüzü âbad eden şarkı, türkü ve ilahilere benzemiyor. Dili ve ruhu bizim klasiklerimizin dil ve ruhuna uzak…

Mesele dille de bitmiyor. Kültürü kültür yapan, milleti millet yapan bütün temellere uzanıyor. D. Mehmet Doğan’ın kitaplaştırarak sorduğu “Neden Klasiklerimiz yok?” suali, bir asırlık faciayı, yâni her sahadaki temel eser katliamını gündeme taşıyor. “Klasiklerimiz yoksa” yahut kültür ve eğitim sahasına tam mânasıyla sokulmamışsa, bu sualin muhatabı Cumhuriyet Devleti’nin bütün hükümetleri değil midir?

Bu hususta “Neden Klasiklerimiz Yok” kitabının sorduğu soru hülâsa ifadeyle meselenin can damarını basıyor ve zihin muhtevasını meydana getiren tüm unsurlar için önce dile ihtiyaç olduğu belirtiliyor ve “Dil yoksa dünyamız da yok” tur. Batı klasiklerinin tesirinin hâlâ devam ettiği içinde bulunduğumuz zamanda Türk Edebiyatı için bir klasikler tesbiti yapılmamasının eksikliğini dile getirirken, herhangi bir ücra kasabada ümmi ama Fuzûlî divanını ezbere bilen kişilere rastlanabildiğini, kaybettirilmeye çalışılan ortak 'dil' in bu ortak hafızanın (klasiklerin) önemi yanında Mevlid'i, Muhammediye'yi, Enverül Âşıkin'i, Delail-i Hayrat şerhi'ni, Hazreti Ali Cenklerini, Köroğlu'nu okuyan, bilen halkın, sahip olduğu ortak değerlerin ortak hafızanın okumayanları da içerisine alacak nitelikte olduğu anlatılıyor.

Dünyanın her ülkesinde ilim ve fikir adamları en evvel ele aldıkları mesele veya sordukları sual: “Bizim klasiklerimiz nelerdir?” Çünkü bir milleti millet yapan, hafızasının nesiller boyu sürmesini sağlayan klasikleridir. Cumhuriyet Devleti’nin klasik eserler politikası, değil nesilden nesile aktarılması, bin yıllık irfanımızı dillendiren klasiklerimizi unutturmaya yöneliktir.

Yine dünyanın her devletinde mekteplerde, aile içindeki okumalarda klasiklerin temel bir değeri olduğuna inanılır ve çocuklarla gençlerin eğitiminde klasik eserler ön plânda tutulur.

Kitaptan hülâsa ettiğimiz ifadeyle medeniyet ve inanç havzamızın metinleriyle birlikte Batı’nın birikimine eğilseydik yaşadığımız yabancılaşma ve kutuplaşma bu kadar derin olmazdı. Hoş Batılı kaynaklar da ‘meşhur kitapların malûmatlaşması’ seviyesinde algılanıyor umumiyetle.

İslâm medeniyet irfanımızın menşurundan süzülen klasiklerimiz bize yeniden hayat bilgeliğimizi kazandıracak, modern zihniyet karşısında nesillerin hafızasını yabancılaşmadan kurtaracaktır.

Kitabın “Sunuş” undan hülâsa ettiğimiz satırlar klasiklerimize, dolayısıyla zihnimize yapılan darbeyi anlatıyor:

“Zihnimize, hafızamıza, yani medenî-kültürel varlığımıza müdahalelerin neredeyse iki asırlık tarihi var. Bu kitabın yazılış amacı, kimlik ve kişilik değiştirici bu müdahaleleri doğru bir zeminde değerlendirmektir. Zorla kültür değiştirmenin sonuçları ile biz ve bizden sonrakiler gerçek anlamda karşı karşıya kaldı. Öncekiler ortak metinler okumuşlar, klasik mûsikîmizle haşır neşir olmuşlar ve tezyinî-plastik sanatlarımızı hayatlarının bir parçası olarak hissetmişlerdi. Cumhuriyet’in ikinci kuşağı olarak biz bunlardan tamamıyla mahrum kaldık. Bu dayatmalarla ilgili tepkilerimizde de farklılaşmalar ortaya çıktı. Zorlayıcı değişime boyun eğip, birikimden vazgeçerek sırf dinî kavrayışla meseleyi halletmek yönündeki ‘radikal’ görünümlü/iddialı tavrın kısırlığı artık daha iyi anlaşılabiliyor. Dinin kültürleşmesi, yaşanması, hayatı bir şekilde idare etmesi asla ihmal edilemeyecek bir sosyal gerçekliktir. Medeniyet inançların, kültürlerin kendini ifade etme tarzıdır. Bunun inkârı ise, günümüzde selefilikten radikalliğe ve Işidciliğe kadar varan bir vandalizmle kendini göstermektedir.”

Hususen Cumhuriyet döneminde başlatılan klasik eserlerimizin hayatımızdan uzaklaştırılması gibi önemli bir kültür meselesini mufassal bir şekilde ortaya koyan kitabın kıymeti mündericatında yer alan mevzu başlıklarından da anlaşılmaktadır. Kitaptaki bölüm ve bazı mevzu başlıkları bu iddiamızı teyit eder kanaatindeyiz:

Giriş kısmında yer alan “İnsanoğlunun zihin muhtevası” başlıklı yazıyı okuyup bitirince klasiklerimizin zihin inşamızdaki önemini hemen anlıyoruz ki, bu da Cumhuriyet idarecileri ve aydınlarınca kaale alınmayan klasiklerimiz meselesini elimizdeki kitaptan bilmek ihtiyacını hissediyoruz.

1.Bölüm’de “Millî Eğitim’de dil meselesi ve ‘Medeniyet dili’ üzerine aykırı düşen sözler” ve “Düşünce rahmimiz neden döl tutmuyor” başlıklarla başlayan yazılar klasiklerimiz meselesinin gerisindeki sebeplere temas ediyor.

Bu bölümde meselenin zeminine değinen “Felsefe dili ıskalarsa” ve “İrfan’sız ‘idrak’siz feslsefe” yazıları klasikler dâvasını sahiplenmemizi teşvik ediyor.

2.Bölümde “Neden klasiklerimiz yok” yazısı, başta belirttiğimiz gibi ağır suali soruyor.

3.Bölümde “Neyin sırrı?” ve “Oyunun tadı kalmadı” adlı yazılar başlayan ve diğer yazılarla klasiklerimizin değeri yanında değişmeye başlayan zihin yapımız ve taklitçiliğin başladığını öğreniyoruz.

4.Bölümde “100 Temel eser meselesi”, “Millî Eğitim’e tekliflerim”, “Yüz Temel Rezalet” ve “100 Temel bilmecesi” başlıklarla başlayan bu bölümdeki bütün yazılar “klasikler” meselesinin içyüzünü ve arkasındaki zihniyetin röntgenini gösteriyor.

5.Bölümde “Muhasebe yahut hesaplaşma (Şiir, hikâye, roman ve fikirde 99’lar)” ve “Muhasebe: Şiir, oyun, hikâye ve romanda 99 eser” başlıklarıyla başlayan yazılar klasiklerimizin ne olduğu, neler olabileceği ve nasıl sahipleneceğimizi anlatıyor.

Hâsıl-ı kelâm; kitabın sorusu ve teklifi şudur:

Kendi kimliğini oluşturan ve milletin kültürel özelliklerini yansıtan, bu mânada son derece önemli vazife yüklenen ve kültürel birikimi gelecek asırlara taşıyabilen klasiklerimizi yeniden tesbit ederek hayatımızın bir parçası hâline getirmek en âcil işlerimizden biri olmalı…

Yunus, Mevlâna, Hüsn ü Aşk, Gülzâr-ı Aşk, Leylâ u Mecnûn, Ferhad ile Şirin, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha gibi yüzlerce klasiklerimiz, modern zihniyetin elinde dimağı çoraklaşan nesillerin başucunda niye olmasın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.